KÖK HARFLER: ز ك و
ANLAM:
زَكِىَ / زَكَا : Artmak, çoğalmak; Allah’tan (c.c.) bir büyüme ve lütufa nail olmak; Allah’ın (c.c.) lütfuyla gelişmek.
AÇIKLAMA:
زَكَاةٌ (zekat) kelimesi temelde “Yüce Allah’ın bereketinden hasıl olan, ortaya çıkan büyüme veya artış” anlamına gelir. Hem dünyevi hem de uhrevi hususlar göz önünde bulundurularak kullanılır. “Ekinde bir büyüme veya artış ve bereket hasıl oldu, ortaya çıktı” anlamında زَكَا الزَّرْعُ-يَزْكُو denir.
Yüce Allah’ın şu sözüne gelince: أَيُّهَا أَزْكَى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ : Hangi yiyecek daha temiz ise ondan size bir azık getirsin (18/19). Burada, “akıbetinde vahim bir sonucun çıkacağı düşünülmeyen helal yiyeceğe” işaret edilmektedir.
Buradan hareketle “insanların Yüce Allah’ın hakkından çıkarıp fakirlere verdikleri şeye” de زَكَاة denmiştir. Böyle adlandırılmasının nedeni ya “zekattaki bereket beklentisi, umududur” ya “bu yolla nefsin tezkiresidir (تَزْكِيَةٌ) yani hayır ve bereketlerle nefsin tenmiyesidir, büyütülmesidir” ya da “bunların her ikisidir”. Çünkü her iki hayır da zekatta mevcuttur. Yüce Allah Kur’an’da zekat ile namazı yan yana zikr etmiştir. Mesela: وَأَقِيمُوا الصَّلاَةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ : Namazı kılın, zekâtı verin (2/43). Nefsi tezkiye etmeyle, temizlemeyle (زَكَاءٌ) ve tathîr etmeyle, paklamayla insan, dünyada övülecek vasıflara sahip olmayı ve ahrette de ecirle sevabı hak edecek bir raddeye gelir. Bunun yolu insanın, kendini tathîr edecek, paklayacak işleri tahrirî etmesiyle, kovalamasıyla olur. Bu tezkiye, temizleme, paklama:
- Bazen, “bunu emek vererek gayret göstererek kazanmasından dolayı kula” nispet edilir. Mesela: قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاهَا : Benliği arındıran gerçekten kurtulmuştur (91/9).
- Bazen “Yüce Allah’a” nispet edilir. Çünkü gerçekte bulun faili O’dur. Mesela: بَلِ اللّهُ يُزَكِّي مَنْ يَشَاء : Hayır, Allah dilediğini aklar (4/49).
- Bazen “bunun kullara ulaşmasında bir vasıta olduğundan dolayı Hazreti Peygambere (s.a.v.) nispet edilir. Mesela: خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِمْ بِهَا : Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, yücelteceğin bir sadaka al (9/103); أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِنْكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ : Size aranızdan bir Resûl göndermişiz; size âyetlerimizi okuyor, sizi arıtıyor (2/151).
- Bazen de “bu hususta bir araç mesabesinde olan ibadete” nispet edilir. Mesela: وَحَنَانًا مِنْ لَدُنَّا وَزَكَاةً : Katımızdan bir kalp yumuşaklığı, bir temizlik verdik (19/13).
Yüce Allah’ın şu sözüne gelince: قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلامًا زَكِيًّا : Melek: Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim, dedi (19/19). Yani “hilkat, yapı olarak tezkiye edilmiş, pâk kılınmış bir erkek çocuk…” Bu da daha önce zikrettiğimiz şekilde ictibâ, en halisini, safını seçip ayırma yoluyla olur. Yani Yüce Allah bazı kullarını herhangi bir öğrenme ve çaba gösterme olmaksızın ilahi bir kuvvetle alim ve temiz huylu kılar. Nitekim bütün nebilerde ve rasullerde böyledir. Hazreti İsa’nın (a.s.) زَكِىٌّ kelimesi ile adlandırılmasının sebebi, o anki durumu değil de, gelecekte üzere bulunacağı durum da olabilir. Bu durumda ise, “ileride tezekkî olacak bir erkek çocuk” anlamına gelir.
Şu sözüne gelince: وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ : Onlar zekâtı ifa ederler (23/4). Yani “ya Yüce Allah’ın kendilerini tezkiye etmesi için ya da onların kendi nefislerini tezkiye etmesi için bu yerine getirdikleri zekat ibadetini yerine getirirler…” Her iki anlam da aynı şeyi ifade eder. Buradaki لِلزَّكَاةِ kelimesi فَاعِلُونَ kelimesinin mefulü değildir. Bilakis لِلزَّكَاةِ kelimesindeki ل harfi “illet, sebep” ve “maksat, amaç” anlamı verir.
İnsanın nefsini tezkiye etmesi iki şekilde olur:
Birincisi: Fiille olur. Bu övgüye değerdir. Yüce Allah’ın şu sözünde kastedilen budur: قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاهَا : Benliği arındıran gerçekten kurtulmuştur (91/9); قَدْ أَفْلَحَ مَنْ تَزَكَّى : Benliğini arındıran, kurtuluşa gerçekten ermiştir (87/14).
İkincisi: Sözle olur. Mesela adil birinin bir başkasını tezkiye etmesi, onun doğru sözlü, güvenilir veya dürüst olduğunu söylemesi gibi. İnsanın bunu kendisi ile ilgili yapması yerilir. Yüce Allah şu sözünde bundan nehyetmiştir: فَلا تُزَكُّوا أَنْفُسَكُمْ : Nefislerinizi temize çıkarmayın (53/32). Yüce Allah’ın bundan nehyetmesi, “insanın kendisini methetmesinin aklen ve şeran çirkin olduğuna dair bir te’dibe, edeplendirmeye” yöneliktir. Bundan dolayı hikmet ehli birine “Doğru da olsa hoş olmayan şey nedir?” diye sorulduğunda “insanın kendini methetmesidir.” karşılığını vermiştir. (Müfredât)
DİĞER BAZI TÜREVLER:
زَكَا (geniş zaman يَزْكُو mastar isim زَكَاءٌ) ve زَكِىَ (geniş zaman يَزْكَى mastar isim زَكَاةٌ ve زَكًى): O şey arttı ya da çoğaldı; o şey Allah’tan (c.c.) bir büyüme ve lütufa nail oldu; o şey Allah’ın (c.c.) lütfuyla gelişti.
زَكَا الزَّرْعُ : Hasat büyüdü ve arttı.
زَكَا الرَّجُلُ : O kimse hoş, kolay ve güzel bir hayat sürdü; bolca mal mülk ve hayatın lükslerine sahipti; iyiydi, tertemizdi ve püripak idi ya da o hale geldi.
زَكَا الْغُلَامُ : Oğlan çocuğu büyüdü.
اَلْعِلْمُ يَزْكُو عَلَى الْاِنْفَاقِ : Bilgi harcayarak artar.
زَكَتِ الْاَرْضُ : Toprak gelişti ve artış getirdi.
هٰذَا لَا يَزْكُو بِكَ : Bu sana yakışmaz.
زَكَّاهُ : O kişiyi veya şeyi temizleyip arındırdı.
زَكَّيْتُهُ : Ona temizlik, iyilik veya dürüstlük isnat ettim.
زَكَّى نَفْسَهُ : Kendini övdü.
زَكَّى مَالَهُ : Malından zekat verdi.
تَزَكَّى : Temizlenip arındı; daha fazla takvaya nail olmaya çalıştı; zekat verdi. Aynı zamanda اِزَّكَّى
زَكَاةٌ : Artış; çoğalma; saflık; arıtma; hayırlı veya dürüst davranış; dini vazife; zekat; sadaka; hamd; bir şeyin temiz veya en iyi kısmı.
زَكِىٌّ : Büyüme veya gelişme; hiç günah işlememiş, günahlardan ari; dürüst; doğru bir şekilde büyüme veya artma.
رَجُلٌ زَكِىٌّ : İyi veya dürüst bir kimse; hoş, kolay ve güzel bir hayat süren bir kimse.
اَرْضٌ زَكِيَّةٌ : İyi, bereketli toprak.
اَزْكَى : Daha karlı veya en karlı; daha iyi veya en iyi; daha temiz veya en temiz; daha helal veya en helal; iyi veya hoş; daha bol veya en bol ve ucuz.
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
Tür | Adet | Anlam | Örnek | Açıklama | |
زَكَا | fiil-I | 1 | Arttı, neşv-ü nema buldu, temiz ve doğru oldu | 24/21 | |
زَكَّى | fiil-II | 12 | Temizledi, düzeltti, methetti | 53/32 | |
تَزَكَّى | fiil-V | 8 | Temizlendi (şirk ve günahlardan), zekat verdi | 35/18 | Muzarisinin Kısaltması: يَزَّكَّى |
زَكِىٌّ | isim | 2 | Temiz, doğru | 19/19 | Müennes: زَكِيَّةٌ |
زَكَاةٌ | isim | 32 | Temizlik, doğruluk, düzen, zekat | 19/13 | |
أَزْكَى | isim | 4 | Daha doğru, en doğru | 2/232 | |
Toplam | 59 |
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Kök Harflerinin Yer Değişimi
Mahreci Benzeyen Kökler
Benzer Manada Kelimeler
- زَكَا (a)
- زَكَا (b)
- زَكَّى
Zıt Manada Kelimeler
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
Zekî | زَكِىّ | Tahir ve pak kimse. Temiz. |
Zekiyye | زَكِيَّة | Tahir ve pak kimse. Temiz. |
Zekâ’ | زَكَاء | Saflık, duruluk. Hal düzgünlüğü. |
Zekât | زَكَاة | Ziyadeleşme, artma. Temizlik. |
Ezkâ | أَزْكَى | Daha (en, pek, çok) faziletli, temiz, halis, lekesiz. |
Tezkiye | تَزْكِيَة | Pak ve temiz etmek. |
Müzekkî | مُزَكِّى | Temizleyen, ıslah eden, tezkiye eden. |
Müzekkâ | مُزَكَّى | Temizlenmiş, pak edilmiş, ıslah edilmiş. |
Tezekkî | تَزَكِّى | Manevi temizlenme. Ahlaken yükselme. Zekat verme. |
Mütezekkî | مُتَزَكِّى | Temize çıkan, tezekki eden. |
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
زَكَا : Fiil-I.
24:21 | وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَىٰ مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ أَبَدًا |
Diyanet Meali: | Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. |
زَكَّى : Fiil-II.
2:129 | يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ |
Diyanet Meali: | “(Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder); onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın.” |
2:151 | كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ |
Diyanet Meali: | Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran … bir peygamber gönderdik. |
2:174 | وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ |
Diyanet Meali: | Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır. |
3:77 | وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللَّهُ وَلَا يَنْظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يُزَكِّيهِمْ |
Diyanet Meali: | Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. |
3:164 | يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ |
Diyanet Meali: | (Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden); onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten (bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur). |
4:49 | أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يُزَكُّونَ أَنْفُسَهُمْ |
Diyanet Meali: | Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? |
4:49 | بَلِ اللَّهُ يُزَكِّي مَنْ يَشَاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتِيلًا |
Diyanet Meali: | Hayır! Allah, dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar zulmedilmez. |
9:103 | خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ |
Diyanet Meali: | Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. |
24:21 | وَلَٰكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ |
Diyanet Meali: | Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. |
53:32 | فَلَا تُزَكُّوا أَنْفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَىٰ |
Diyanet Meali: | Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir. |
62:2 | يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ |
Diyanet Meali: | (O, ümmîlere, içlerinden), kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten (bir peygamber gönderendir). |
91:9 | قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاهَا |
Diyanet Meali: | Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. * |
تَزَكَّى : Fiil-V. Muzarisinin Kısaltması: يَزَّكَّى
20:76 | خَالِدِينَ فِيهَا وَذَٰلِكَ جَزَاءُ مَنْ تَزَكَّىٰ |
Diyanet Meali: | İçinde ebediyyen kalacakları (Adn cennetleri vardır). İşte bu, günahlardan temizlenenlerin mükâfatıdır. |
35:18 | وَمَنْ تَزَكَّىٰ فَإِنَّمَا يَتَزَكَّىٰ لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır. |
35:18 | وَمَنْ تَزَكَّىٰ فَإِنَّمَا يَتَزَكَّىٰ لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır. |
79:18 | فَقُلْ هَلْ لَكَ إِلَىٰ أَنْ تَزَكَّىٰ |
Diyanet Meali: | “Ona de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin? * |
80:3 | وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّىٰ |
Diyanet Meali: | (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak, * |
80:7 | وَمَا عَلَيْكَ أَلَّا يَزَّكَّىٰ |
Diyanet Meali: | (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne! * |
87:14 | قَدْ أَفْلَحَ مَنْ تَزَكَّىٰ |
Diyanet Meali: | Arınan kimse mutlaka kurtuluşa erer. * |
92:18 | الَّذِي يُؤْتِي مَالَهُ يَتَزَكَّىٰ |
Diyanet Meali: | (17-18) Temizlenmek için malını hayra veren en muttekî (Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır. * |
زَكِىٌّ : İsim. Sıfat. Müennesi: زَكِيَّةٌ
19:19 | قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا |
Diyanet Meali: | Cebrail, “Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim” dedi. * |
زَكِيَّةٌ : İsim. Sıfat. Müennes. Müzekkeri: زَكِىٌّ
18:74 | قَالَ أَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍ لَقَدْ جِئْتَ شَيْئًا نُكْرًا |
Diyanet Meali: | Mûsâ, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi. |
زَكَاةٌ : İsim.
2:43 | وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعِينَ |
Diyanet Meali: | Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin. * |
2:83 | وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ |
Diyanet Meali: | “Herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” (diye söz almıştık). |
2:110 | وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, Allah katında onu bulursunuz. |
2:177 | وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُوا |
Diyanet Meali: | (Asıl iyilik), … namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin (tutum ve davranışlarıdır). |
2:277 | وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ |
Diyanet Meali: | Namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. |
4:77 | أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ قِيلَ لَهُمْ كُفُّوا أَيْدِيَكُمْ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ |
Diyanet Meali: | Daha önce kendilerine, “(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? |
4:162 | وَالْمُقِيمِينَ الصَّلَاةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ أُولَٰئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا |
Diyanet Meali: | O namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz. |
5:12 | لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلَاةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنْتُمْ بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَأُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ |
Diyanet Meali: | “Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardımda bulunarak) Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim.” |
5:55 | الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ |
Diyanet Meali: | (Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resûlüdür) ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü’minlerdir. |
7:156 | فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ |
Diyanet Meali: | “Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere (ve âyetlerimize inananlara) yazacağım.” |
9:5 | فَإِنْ تَابُوا وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ فَخَلُّوا سَبِيلَهُمْ |
Diyanet Meali: | Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. |
9:11 | فَإِنْ تَابُوا وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ |
Diyanet Meali: | Fakat tövbe edip, namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin din kardeşlerinizdir. |
9:18 | مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ |
Diyanet Meali: | (Allah’ın mescitlerini), ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren (ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder). |
9:71 | وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ |
Diyanet Meali: | Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. |
18:81 | فَأَرَدْنَا أَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا |
Diyanet Meali: | “Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik.” * |
19:13 | وَحَنَانًا مِنْ لَدُنَّا وَزَكَاةً وَكَانَ تَقِيًّا |
Diyanet Meali: | Biz, ona katımızdan kalp yumuşaklığı ve ruh temizliği vermiştik. O, Allah’tan sakınan bir kimse idi. * |
19:31 | وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا |
Diyanet Meali: | “Ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti.” |
19:55 | وَكَانَ يَأْمُرُ أَهْلَهُ بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ وَكَانَ عِنْدَ رَبِّهِ مَرْضِيًّا |
Diyanet Meali: | Ailesine namaz ve zekâtı emrederdi. Rabb’inin katında da hoşnutluğa ulaşmıştı. * |
21:73 | وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءَ الزَّكَاةِ |
Diyanet Meali: | Ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. |
22:41 | الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ |
Diyanet Meali: | Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. |
22:78 | فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ |
Diyanet Meali: | Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. |
23:4 | وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar ki, zekâtı öderler. * |
24:37 | رِجَالٌ لَا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ |
Diyanet Meali: | Hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar… |
24:56 | وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ |
Diyanet Meali: | Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Resûle itaat edin (ki size merhamet edilsin). |
27:3 | الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ |
Diyanet Meali: | (Kur’an), namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahirete de kesin olarak inanan (mü’minler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir). * |
30:39 | وَمَا آتَيْتُمْ مِنْ زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ |
Diyanet Meali: | Ama Allah’ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekât verirseniz; işte bunu yapanlar sevaplarını kat kat arttıranlardır. |
31:4 | الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimselerdir. Onlar ahirete de kesin olarak inanırlar. * |
33:33 | وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ |
Diyanet Meali: | Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resûlüne itaat edin. |
41:7 | الَّذِينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir. Onlar ahireti de inkâr ederler. * |
58:13 | فَإِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ |
Diyanet Meali: | Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin. |
73:20 | وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا |
Diyanet Meali: | Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a güzel bir borç verin. |
98:5 | وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَٰلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ |
Diyanet Meali: | Namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri (emredilmişti). İşte bu dosdoğru dindir. |
أَزْكَى : İsim.
2:232 | ذَٰلِكُمْ أَزْكَىٰ لَكُمْ وَأَطْهَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ |
Diyanet Meali: | Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz. |
18:19 | فَلْيَنْظُرْ أَيُّهَا أَزْكَىٰ طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ |
Diyanet Meali: | “(Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de) baksın; (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan size bir rızık getirsin.” |
24:28 | وَإِنْ قِيلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ أَزْكَىٰ لَكُمْ |
Diyanet Meali: | Eğer size, “Geri dönün” denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. |
24:30 | وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَٰلِكَ أَزْكَىٰ لَهُمْ |
Diyanet Meali: | (Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar), ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. |