KÖK HARFLER: ص و ب
ANLAM:
صَابَ : Dökülmek, inmek.
AÇIKLAMA:
xx
DİĞER BAZI TÜREVLER:
صَابَ (geniş zaman يَصُوبُ mastar isim مَصَابٌ): Döküldü ya da indi.
اَصَابَ : Daha alçaktaki bir toprağa indi.
اَصَابَ : Doğru olanı istedi ya da niyet etti ya da kastetti.
اَصَابَ الْقِرْطَاسَ (bir oka istinaden kullanıldığında): Hedefi vurdu, isabet ettirdi, tutturdu ya da doğru oraya gitti.
رَمَى و اَصَابَ : Hedefine nişan aldı ve vurdu.
اَصَابَهُ : O şeye hedef aldı; o şeyi istedi, irade etti, temenni etti, niyet etti ya da kastetti.
اَصَابَ الرَّجُلُ : O kimse doğru şeyi yaptı.
اَصَابَ بُغْيَتَهُ : Hedefine ulaştı.
اَصَابَ الشَّىْءَ : O şeyi doğru buldu.
اَصَابَ مِنَ الشَّىْءِ : Mal aldı ya da eliyle aldı.
اَصَابَهُ بِكَذَا : Böyle bir şeyle ona sıkıntı verdi.
اَصَابَهُ بِخَيْرٍ : Ona iyilik yaptı.
اَصَابَهُ الشَّىْءُ : O şey ona ulaştı ya da geldi.
اَصَابَتْهُ مُصِيبَةٌ : Bir musibet veya bir badire onu yakaladı, başına geldi, onu vurdu, tuttu ya da ona acı verdi.
اَصَابَهُمُ الدَّهْرُ بِاَمْوَالِهِمْ وَ نُفُوسِهِمْ : Kader veya zaman, sahip olduklarının veya hayatlarının yıkımıyla onları vurdu.
مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ : Başına ne iyilik gelirse.
صَوَابٌ : Doğru bir şey.
قَوْلٌ صَوَابٌ : Doğru veya sahih bir söylem.
مُصِيبَةٌ : Bir musibet, badire, bir talihsizlik, bir afet veya kötü bir kaza.
صَائِبٌ : Doğru giden veya hedefi vuran (bir ok); doğru olan veya hedefi vuran şey.
رَأْىٌ صَائِبٌ اَوْ مُصِيبٌ : Doğru bir fikir.
صَيِّبٌ : Yağmur; çok veya bolca yağan yağmur; şiddetli yağmur; yağmur yüklü bulutlar.
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
| Tür | Adet | Anlam | Örnek | Açıklama |
أَصَابَ | fiil-IV | 64 | İstedi, irade etti, isabet etti, dokundu | 4/79 |
|
صَيِّبٌ | isim | 1 | Şiddetli yağmur, gökten boşanan yağmur | 2/19 |
|
صَوَابٌ | isim | 1 | Hatanın zıddı, doğru | 78/38 |
|
مُصِيبٌ | isim | 11 | İsteyen, irade eden, isabet eden | 11/81 | Müennes: مُصِيبَةٌ |
| Toplam | 77 |
|
|
|
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Kök Harflerinin Yer Değişimi
Mahreci Benzeyen Kökler
Benzer Manada Kelimeler
- صَابَ
- صَوَّبَ (a)
- صَوَّبَ (b)
- اِسْتَصْوَبَ > bu kök
- صَحَّحَ
- صَوَّبَ (c)
- أَصَابَ (a)
- صَدَقَ > bak: ص د ق
- أَصَابَ (b)
- صَوْبٌ
- اِتِّجَاهٌ > bak: و ج ه
- وُجْهَةٌ > bak: و ج ه
- جِهَةٌ > bak: و ج ه
- قَصْدٌ > bak: ق ص د
- مَقْصِدٌ > bak: ق ص د
- تِلْقَاءٌ > bak: ل ق ي
- مُرَادٌ > bak: ر و د
- مُبْتَغًى > bak: ب غ ي
- نَحْوٌ
- نَاحِيَةٌ
- صَوَابٌ (a)
- صَوَابٌ (b)
- صَائِبٌ
- مُصِيبَةٌ
Zıt Manada Kelimeler
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
Savâb | صَوَاب | Doğruluk. Yanlış olmayan. Doğru dürüst. |
Tasvîb | تَصْوِيب | Münasib görmek. Uygun ve doğru bulmak. Aşağı indirmek. |
Tasvîbât | تَصْوِيبَات | Tasvib edilip uygun görülen şeyler. |
İsâbet | إِصَابَة | Ecir, mükafat, karşılık vermek. |
Musîb | مُصِيب | İsabet edici. |
Musîbet | مُصِيبَة | Afet. Bela. Felaket. |
İstisvâb | اِسْتِصْوَاب | Doğru bulma, makul görme, beğenme. |
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
أَصَابَ : Fiil-IV.
2:156 | الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. * |
2:264 | فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَأَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا |
Diyanet Meali: | Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. |
2:265 | كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ أَصَابَهَا وَابِلٌ فَآتَتْ أُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ |
Diyanet Meali: | (Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu), yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. |
2:265 | فَإِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّ |
Diyanet Meali: | Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. |
2:266 | لَهُ فِيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَأَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَاءُ |
Diyanet Meali: | (Herhangi biriniz ister mi ki), içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, (içinden ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun); himayeye muhtaç çocukları var iken ihtiyarlık gelip kendisine çatsın… |
2:266 | فَأَصَابَهَا إِعْصَارٌ فِيهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْ |
Diyanet Meali: | Derken bağı ateşli (yıldırımlı) bir kasırga vursun da orası yanıversin? |
3:117 | كَمَثَلِ رِيحٍ فِيهَا صِرٌّ أَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُ |
Diyanet Meali: | (Onların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu), kendilerine zulmeden bir topluluğun ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgârın durumu gibidir. |
3:120 | إِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَا |
Diyanet Meali: | Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. |
3:146 | فَمَا وَهَنُوا لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَمَا ضَعُفُوا |
Diyanet Meali: | (Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da) bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler… |
3:153 | لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلَىٰ مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَا أَصَابَكُمْ |
Diyanet Meali: | (Bundan dolayı Allah, size keder üstüne keder verdi ki, bu durumlara alışasınız ve daha sonra) elinizden gidene, ve başınıza gelene üzülmeyesiniz. |
3:165 | أَوَلَمَّا أَصَابَتْكُمْ مُصِيبَةٌ قَدْ أَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَا قُلْتُمْ أَنَّىٰ هَٰذَا |
Diyanet Meali: | Onların (müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da) sizin başınıza geldiğinde, “Bu, nereden başımıza geldi?” dediniz, öyle mi? |
3:165 | أَوَلَمَّا أَصَابَتْكُمْ مُصِيبَةٌ قَدْ أَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَا قُلْتُمْ أَنَّىٰ هَٰذَا |
Diyanet Meali: | Onların (müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da) sizin başınıza geldiğinde, “Bu, nereden başımıza geldi?” dediniz, öyle mi? |
3:166 | وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | İki topluluğun (ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah’ın izniyledir. |
3:172 | الَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِلَّهِ وَالرَّسُولِ مِنْ بَعْدِ مَا أَصَابَهُمُ الْقَرْحُ |
Diyanet Meali: | Onlar yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. |
4:62 | فَكَيْفَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ |
Diyanet Meali: | Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği zaman hâlleri nasıl olur? |
4:72 | فَإِنْ أَصَابَتْكُمْ مُصِيبَةٌ قَالَ قَدْ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيَّ إِذْ لَمْ أَكُنْ مَعَهُمْ شَهِيدًا |
Diyanet Meali: | Eğer başınıza bir musibet gelirse, “Allah, bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım” der. |
4:73 | وَلَئِنْ أَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللَّهِ لَيَقُولَنَّ كَأَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَنِي كُنْتُ مَعَهُمْ |
Diyanet Meali: | Eğer Allah’tan size bir lütuf (zafer) erişse, bu sefer de; sizinle kendisi arasında hiç tanışıklık yokmuş gibi şöyle der: “Keşke ben de onlarla beraber olsaydım…” |
4:78 | وَإِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هَٰذِهِ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Onlara bir iyilik gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. |
4:78 | وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هَٰذِهِ مِنْ عِنْدِكَ |
Diyanet Meali: | Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin yüzündendir” derler. |
4:79 | مَا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. |
4:79 | وَمَا أَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ |
Diyanet Meali: | Sana ne kötülük gelirse kendindendir. |
5:49 | فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُصِيبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ |
Diyanet Meali: | Eğer yüz çevirirlerse), bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. |
5:52 | يُسَارِعُونَ فِيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشَىٰ أَنْ تُصِيبَنَا دَائِرَةٌ |
Diyanet Meali: | (İşte kalplerinde bir hastalık bulunanların), “Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların arasında koşup durduklarını (görürsün). |
5:106 | إِنْ أَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْأَرْضِ فَأَصَابَتْكُمْ مُصِيبَةُ الْمَوْتِ |
Diyanet Meali: | Yahut; seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse… |
6:124 | سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللَّهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ |
Diyanet Meali: | Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve (yapmakta oldukları hilekârlık sebebiyle) çetin bir azap erişecektir. |
7:100 | أَنْ لَوْ نَشَاءُ أَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ |
Diyanet Meali: | Biz dileseydik onları da (öncekiler gibi) günahları yüzünden cezalandırırdık. |
7:131 | وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسَىٰ وَمَنْ مَعَهُ |
Diyanet Meali: | Eğer başlarına bir kötülük gelirse, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. |
7:156 | قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاءُ وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ |
Diyanet Meali: | Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır.” |
8:25 | وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً |
Diyanet Meali: | Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının. |
9:50 | إِنْ تُصِبْكَ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ |
Diyanet Meali: | Sana bir iyilik gelirse, bu onları üzer. |
9:50 | وَإِنْ تُصِبْكَ مُصِيبَةٌ يَقُولُوا قَدْ أَخَذْنَا أَمْرَنَا مِنْ قَبْلُ |
Diyanet Meali: | Eğer başına bir musîbet gelirse, “Biz tedbirimizi önceden almıştık” derler. |
9:51 | قُلْ لَنْ يُصِيبَنَا إِلَّا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلَانَا |
Diyanet Meali: | De ki: “Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır.” |
9:52 | وَنَحْنُ نَتَرَبَّصُ بِكُمْ أَنْ يُصِيبَكُمُ اللَّهُ بِعَذَابٍ مِنْ عِنْدِهِ |
Diyanet Meali: | “Biz de, Allah’ın kendi katından (veya bizim ellerimizle) size ulaştıracağı bir azabı bekliyoruz.” |
9:90 | سَيُصِيبُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ |
Diyanet Meali: | Onlardan kâfir olanlara elem dolu bir azap isabet edecektir. |
9:120 | ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ لَا يُصِيبُهُمْ ظَمَأٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ فِي سَبِيلِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, … (gibi hiçbir olay yoktur ki karşılığında kendilerine iyi bir amelin sevabı yazılmış olmasın). |
10:107 | يُصِيبُ بِهِ مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ |
Diyanet Meali: | O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. |
11:81 | وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ إِلَّا امْرَأَتَكَ إِنَّهُ مُصِيبُهَا مَا أَصَابَهُمْ |
Diyanet Meali: | “İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir.” |
11:89 | لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقِي أَنْ يُصِيبَكُمْ مِثْلُ مَا أَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ |
Diyanet Meali: | “Bana karşı olan düşmanlığınız, Nûh kavminin (veya Hûd kavminin yahut Salih kavminin) başına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın sizin de başınıza getirmesin.” |
11:89 | لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقِي أَنْ يُصِيبَكُمْ مِثْلُ مَا أَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ |
Diyanet Meali: | “Bana karşı olan düşmanlığınız, Nûh kavminin (veya Hûd kavminin yahut Salih kavminin) başına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın sizin de başınıza getirmesin.” |
12:56 | نُصِيبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَاءُ وَلَا نُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ |
Diyanet Meali: | Biz rahmetimizi istediğimize veririz ve iyi davrananların mükâfatını zayi etmeyiz. |
13:13 | وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصِيبُ بِهَا مَنْ يَشَاءُ |
Diyanet Meali: | O, yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. |
13:31 | وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا تُصِيبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ |
Diyanet Meali: | (Allah’ın sözü yerine gelinceye kadar), inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek (veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir). |
16:34 | فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ |
Diyanet Meali: | Bu sebeple işledikleri kötülüklerin cezası onlara ulaştı ve alay ettikleri şey kendilerini kuşattı. * |
22:11 | وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللَّهَ عَلَىٰ حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ |
Diyanet Meali: | İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. |
22:11 | وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انْقَلَبَ عَلَىٰ وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ |
Diyanet Meali: | Şâyet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. |
22:35 | الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِرِينَ عَلَىٰ مَا أَصَابَهُمْ |
Diyanet Meali: | Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden … kimselerdir. |
24:43 | وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ جِبَالٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُصِيبُ بِهِ مَنْ يَشَاءُ |
Diyanet Meali: | O, gökten, oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir… |
24:63 | فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ |
Diyanet Meali: | Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden (veya elem dolu bir azaba uğramaktan) sakınsınlar. |
24:63 | فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ |
Diyanet Meali: | Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar. |
28:47 | وَلَوْلَا أَنْ تُصِيبَهُمْ مُصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ |
Diyanet Meali: | Kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir musibet gelip de, (“Ey Rabbimiz! Bize bir Peygamber gönderseydin de âyetlerine uysaydık ve mü’minlerden olsaydık” diyecek olmasalardı, seni peygamber olarak göndermezdik). |
30:36 | وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ |
Diyanet Meali: | Eğer kendi işledikleri şeyler sebebiyle başlarına bir kötülük gelirse, bir de bakarsın ki ümitsizliğe düşerler. |
30:48 | فَإِذَا أَصَابَ بِهِ مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ إِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ |
Diyanet Meali: | Onu kullarından dilediklerine uğrattığı zaman bir de bakarsın sevinirler. |
31:17 | وَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ |
Diyanet Meali: | “Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” |
38:36 | فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاءً حَيْثُ أَصَابَ |
Diyanet Meali: | Biz de rüzgârı onun buyruğuna verdik. Rüzgâr, onun emriyle dilediği yere hafif hafif eserdi. * |
39:51 | فَأصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا |
Diyanet Meali: | Nihayet kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet etmişti. |
39:51 | وَالَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ هَٰؤُلَاءِ سَيُصِيبُهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا |
Diyanet Meali: | Onlardan zulmedenler var ya, kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet edecektir. |
40:28 | وَإِنْ يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذِي يَعِدُكُمْ |
Diyanet Meali: | “Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir.” |
42:30 | وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ |
Diyanet Meali: | Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. |
42:39 | وَالَّذِينَ إِذَا أَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ |
Diyanet Meali: | Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar. * |
42:48 | وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ |
Diyanet Meali: | Ama elleriyle yaptıkları işler yüzünden onlara bir kötülük dokunursa, (o zaman da insan pek nankördür). |
48:25 | لَمْ تَعْلَمُوهُمْ أَنْ تَطَئُوهُمْ فَتُصِيبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍ |
Diyanet Meali: | (Eğer, oradaki) henüz tanımadığınız (inanmış erkeklerle, inanmış kadınları) bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı, (Allah, Mekke’ye girmenize izin verirdi). |
49:6 | فَتَبَيَّنُوا أَنْ تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ |
Diyanet Meali: | (Size bir fasık bir haber getirirse), bilmeyerek bir topluluğa zarar verip (yaptığınıza pişman olmamak için) o haberin doğruluğunu araştırın. |
57:22 | مَا أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنْفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ |
Diyanet Meali: | Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, (biz onu yaratmadan önce), bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. |
64:11 | مَا أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. |
صَيِّبٌ : İsim.
2:19 | أَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَاءِ فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ |
Diyanet Meali: | Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve şimşek bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. |
صَوَابٌ : İsim.
78:38 | لَا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَٰنُ وَقَالَ صَوَابًا |
Diyanet Meali: | Onlar, … Allah’a hitap edemeyeceklerdir. Sadece Rahmân’ın izin vereceği ve doğru söyleyecek olan kimseler konuşabilecektir. |
مُصِيبٌ : İsim. İsm-i Fâil. İf’âl Bâbı (IV. Bâb). Müennesi: مُصِيبَةٌ
11:81 | وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ إِلَّا امْرَأَتَكَ إِنَّهُ مُصِيبُهَا مَا أَصَابَهُمْ |
Diyanet Meali: | “İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir.” |
مُصِيبَةٌ : İsim. İsm-i Fâil. İf’âl Bâbı (IV. Bâb). Müennes. Müzekkeri: مُصِيبٌ
2:156 | الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. * |
3:165 | أَوَلَمَّا أَصَابَتْكُمْ مُصِيبَةٌ قَدْ أَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَا قُلْتُمْ أَنَّىٰ هَٰذَا |
Diyanet Meali: | Onların (müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da) sizin başınıza geldiğinde, “Bu, nereden başımıza geldi?” dediniz, öyle mi? |
4:62 | فَكَيْفَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ |
Diyanet Meali: | Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği, (sonra da “Biz iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik” diye Allah’a yemin ederek sana geldikleri) zaman hâlleri nasıl olur? |
4:72 | فَإِنْ أَصَابَتْكُمْ مُصِيبَةٌ قَالَ قَدْ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيَّ إِذْ لَمْ أَكُنْ مَعَهُمْ شَهِيدًا |
Diyanet Meali: | Eğer başınıza bir musibet gelirse, “Allah, bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım” der. |
5:106 | إِنْ أَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْأَرْضِ فَأَصَابَتْكُمْ مُصِيبَةُ الْمَوْتِ |
Diyanet Meali: | Yahut; seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse… |
9:50 | وَإِنْ تُصِبْكَ مُصِيبَةٌ يَقُولُوا قَدْ أَخَذْنَا أَمْرَنَا مِنْ قَبْلُ |
Diyanet Meali: | Eğer başına bir musîbet gelirse, “Biz tedbirimizi önceden almıştık” derler… |
28:47 | وَلَوْلَا أَنْ تُصِيبَهُمْ مُصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ |
Diyanet Meali: | Kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir musibet gelip de, (“Ey Rabbimiz! Bize bir Peygamber gönderseydin de âyetlerine uysaydık ve mü’minlerden olsaydık” diyecek olmasalardı, seni peygamber olarak göndermezdik). |
42:30 | وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ |
Diyanet Meali: | Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. |
57:22 | مَا أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنْفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ |
Diyanet Meali: | Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, (biz onu yaratmadan önce), bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. |
64:11 | مَا أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. |