KÖK HARFLER: ح ف ظ
ANLAM:
حَفِظَ : Bir şeyi korumak, saklamak, kollamak, gözetmek; o şeyin yok olup gitmesini ya da ortadan kaybolmasını engellemek.
AÇIKLAMA:
x
حِفْظٌ kelimesi,
- Bazen “anlama neticesinde ulaşılan bir şeyin zihinde sabitleşip kalıcı olmasını sağlayan nefsin, aklın ya da zihnin bir hey’eti, kuvvesi” anlamında,
- Bazen “bir şeyin nefeste, akılda ya da zihinde tutulması, ezberlenmesi” anlamında kullanılır. Bunun zıddı “unutmak” anlamındaki نِسْيَانٌ kelimesidir.
- Bazen de “bu kuvvenin kullanılması” anlamında kullanılır ve bu anlamda fiil olarak حَفِظْتُ كَذَا حِفْظًا denir.
Bu temel anlamlardan sonra “kaybedilen veya daha önce bilinen bir şeyle ilgili ya da onu bulmak ya da onunla ilgili tekrar bir bilgi elde etmek için gösterilen her türlü çaba yahut bir şeyi muhafaza etmek, ıslah etmek, düzeltmek, iyi, güzel bir duruma getirmek veya onunla hakkında bilgi yenilemek amacıyla yapılan her tür gözetip kollama ya da yoklama” ile ilgili ve “her türlü koruma ya da muhafaza etme ve dikkat etme ya da ilgilenme” ile ilgili kullanılmıştır.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ Biz kesinlikle onu gelebilecek herhangi bir tehlikeden koruruz, gözetiriz (12/12); حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ Namazlara dikkat edin (2/238); وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ Onlar ki; namuslarını korurlar (23/5); وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ Namuslarını koruyan erkekler ve namuslarını koruyan kadınlar, (33/35). Burada “iffetten” kinayedir.
حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللهُ Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. ( (4/34). Yani “Allah’ın kendilerini koruması sebebiyle, eşlerinin yanında bulunmadıklarında da eşlerine verdikleri ahide bağlı kalırlar.” Burada Allah’ın koruması demek “Allah’ın kendilerini görmesi, kendilerinden haberdar olması…” demektir. بِمَا حَفِظَ اللهُ sözü, mansup olarak da okunmuştur.
Bu okuyuşa göre ise, “riya ve gösteriş olsun diye değil aksine Allah’ın hakkını korumaları, muhafaza etmeleri veya ona dikkat etmeleri sebebiyle…” anlamına gelir. Yüce Allah’ın şu sözüne gelince: فَمَا أرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظاً Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik (42/48). Buradaki حَفِيظٌ kelimesi “koruyucu, muhafız” (حَافِظٌ) anlamındadır. Şu sözlerine benzer: وَمَا أنْتَ عَلَيْهِم بِجَبَّارٍ Sen de onların üstünde bir zorlayıcı değilsin (50/45); وَمَا أنْتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ Sen onların başında bir vekil de değilsin (6/107).
Şu sözüne gelince: فَاللهُ خَيْرٌ حَافِظاً En iyi koruyan Allah’tır (12/64). Buradaki حَفِيظاً kelimesi حِفْظاً şeklinde de okunmuştur. Şu anlamdadır: “Allah’ın koruması, muhafazası başkasının korumasından, muhafazasından daha hayırlıdır.”
وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَفِيظٌ Yanımızda o bilgileri koruyan bir kitap da vardır (50/4). Yani “onların işledikleri amelleri koruyan, muhafaza eden bir kitap…” Dolayısıyla حَفِيظٌ kelimesi, şu ayette olduğu gibi حَافِظٌ anlamındadır: اَللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ Allah onların başında bir gözetendir (42/6).
Kaf Suresi 4. ayeti şu anlamdadır: “korunmuş, muhafaza edilmiş, hiçbir şekilde zayi olmayan bir kitap…” Bu yönüyle Yüce Allah’ın şu sözüne benzer: عِلْمُهَا عِنْدَ رَبِّي فِي كِتَابٍ لاَ يَضِلُّ رَبِّي وَلاَ يَنْسَى Onun bilgisi Rabb’imin katında bir kitaptadır; benim Rabb’im ne yanılır ne de unutur (20/52).
حِفَاظٌ kelimesi مُحَافَظَةٌ anlamındadır, yani “iki tarafın karşılıklı olarak birbirini koruması, muhafaza etmesi” anlamına gelir. Yüce Allah’ın şu sözüne gelince: وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلاَتِهِمْ يُحَافِظُونَ Onlar, öyle kimselerdir ki, namazlarını muhafaza ederler (23/9). Burada onların, vakitlerine ve rükunlarına riayet ederek ve bütün güçleriyle kurmaya çalışarak namazları koruyup muhafaza ettiklerine ve namazında, Yüce Allah’ın وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ اِنَّ الصَّلاَةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ Namazı da kıl. Hiç kuşkusuz namaz, insanı iğrenç işlerden, kötülüklerden alıkoyar (29/45) sözünde dikkatleri çektiği koruma ile onları koruyup muhafaza ettiğine dikkat çekilmektedir.
تَحَفُّظٌ : Bunun “gafil olmayıp dikkatli, düşünceli, ihtiyatlı, tedbirli veya uyanık olmak” anlamında olduğu söylenmiştir. Hakikatinde ise, “hafıza kuvvesinin zayıflığından dolayı hıfzetmeyi, aklında tutmayı, ezberlemeyi ya da korumayı tekellüf etmek, kendini buna zorlamak” anlamına gelir. Ayrıca bu kuvve, aklın varlık sebeplerinden biri olduğundan, sizlerin de gördüğü gibi, onunla ilgili geniş çerçeveli açıklamalar yapmışlardır.
حَفِيظَةٌ : Kişiyi bir şeyi korumaya, muhafaza etmeye sevk eden, zorlayan öfke. Sonradan yalnızca salt “öfke” anlamında kullanılıp “Falan kimse beni öfkelendirdi” anlamında أَحْفَظَنِي فُلاَنٌ denmiştir. (Müfredât)
DİĞER BAZI TÜREVLER:
حَفِظَ (geniş zaman يَحْفَظُ mastar ismi حِفْظٌ):
حَفِظَ الشَّىْءَ : O şeyi korudu, sakladı, kolladı ya da gözetti; o şeyin yok olup gitmesini ya da ortadan kaybolmasını engelledi.
حَفِظَ الْمَالَ : Develerle vb. ile ilgilendi ya da onları kolladı.
حَفِظَ حُرْمَةَ صَاحِبِهِ : Arkadaşının onurunu önemsiyordu.
حَفِظَ السِّرَّ : Sırrı sakladı.
حَفِظَ يَمِينَهُ : Yeminini tuttu.
حَفِظَ الْقُرْاٰنَ : Kuran’ı ezberledi.
فُلَانٌ يَحْفَظُ لِسَانَهُ : Biri dilini kötü sözden sakınır.
حَافَظَ عَلَى الْاَمْرِ : O şeye veya işe kendini verdi ya da adadı. O şeyi gözetti.
اِسْتَحْفَظَهُ الشَّىْءَ : Ondan o şeyi korumasını, kollamasını, savunmasını ya da onunla ilgilenmesini istedi; o şeyi koruması veya kollaması için onun yanına yerleştirdi; o şeyi ona emanet etti.
حِفْظٌ : İlgilenmek, dikkat etmek, dikkatle izlemek ya da dikkate almak; koruma veya kollama ve ilgi.
حَافِظٌ ve حَفِيظٌ (çoğul hali: حَافِظُونَ ve حَافِظِينَ ve حُفَّاظٌ ve حَفَظَةٌ): Koruma, muhafaza etme, ve kollama; bir koruyucu, bekçi, muhafız.
رَجُلٌ حَافِظُ الْعَيْنِ : Uykunun zayıf düşürmediği bir adam.
اَلطَّرِيقُ الْحَافِظُ : Ayrı ve doğruca bir yol.
اَلْحَفِيظُ : Her şeyin Koruyucusu ve Gözeticisi manasına gelen Allah’ın (c.c.) adlarından biri.
حَافِظَاتٌ (tekil hali حَافِظَةٌ) şu sözcüğün dişil halidir: حَافِظٌ : Bekçiler.
مَحْفُوظٌ : Muhafaza edilen, korunan ve gözetilen; küçük bir çocuk; akılda tutulan ve saklanan bir şey.
اَلْحَافِظُ وَالْحَفِيظُ : Bir insanın iyi ve kötü amellerini kaydeden melek.
اسْتَحْفَظَ : Muhafaza etmesi için emanet etmek, korumakla vazifelendirmek, korumasını istemek.
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
| Tür | Adet | Anlam | Örnek | Açıklama |
حَفِظَ | fiil-I | 7 | Korudu | 4/34 |
|
حَافَظَ | fiil-III | 4 | Devamlı korudu, gözetti | 70/34 |
|
اِسْتَحْفَظَ | fiil-X | 1 | Muhafaza etmesi için emanet etti | 5/44 | Meçhulü: اُسْتُحْفِظَ |
حَافِظٌ | isim | 15 | Koruyan | 12/64 | Müennes: حَافِظَة |
حَفِيظٌ | isim | 12 | Koruyan | 42/48 | Çoğulu: حَفَظَةٌ |
مَحْفُوظٌ | isim | 2 | Korunan, gözetilen | 21/32 |
|
حِفْظٌ | isim | 3 | Korumak | 37/7 |
|
| Toplam | 44 |
|
|
|
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Benzer Manada Kelimeler
- حَفِظَ
- حَافَظَ
- حَافِظٌ
- حَفِيظَةٌ
Zıt Manada Kelimeler
- حَفِظَ
- حَافَظَ
- حَافِظٌ
- حَفِيظَةٌ
AÇIKLAMA:
HIFZ ile Rİ‘ÂYE kelimeleri arasındaki fark
( ح ف ظ – ر ع ي )
Hıfz’ın (korumanın) zıddı izâa (kaybetmek), ri’âye’nin (gözetmenin) zıddı ise ihmâl (boşlamak, önemsememek) kelimesidir. Bu nedenle çobanları olmayan evcil hayvanlar için hemel (kendi haline bırakılmış) denir. İhmâl (kendi haline bırakma), “kaybolmasına sebep olmak” demektir. Buna göre hıfz (koruma), “helâk olmaması için bir şeyden kötülükleri uzaklaştırmak”; ri’âye (gözetme) ise, “ondan kötülükleri uzaklaştıracak olan sebeplere sarılmak”tır. (Farklar Sözlüğü 299) Bknz: ( ر ع ي )
HIFZ ile HIRÂSE kelimeleri arasındaki fark
( ح ف ظ – ح ر س )
Hırâse, “sürekli hıfz / koruma”dır. Bu nedenle bekçi, gece beklediği için ya da bekçilik mesleği olup, bu işi devamlı yaptığı için hâris (bekçi) diye isimlendirilmiştir. Kelime “dehr” (zaman) anlamına gelen hars’tan türetilmiştir. Hırâse (bekçilik), bir âfet gelmeden önce “sürekli bir koruma ile bir şeyin gelecek âfetlerden uzak tutulması”dır. Hıfz ise, “süreklilik” anlamı taşımaz. (Farklar Sözlüğü 300) Bknz: ( ح ر س )
HIFZ ile HİMÂYE kelimeleri arasındaki fark
( ح ف ظ – ح م ي )
Himâye, arazi ve şehir gibi bir araya toplayıp kuşatılması ve savunulması mümkün olmayan unsurlar için kullanılır. “Beldeyi veya araziyi himâye etti” denir. Hıfz ise, bir yere toplanıp saklanabilen şeyler için kullanılır. “Paraları muhâfaza etti” denir. (Farklar Sözlüğü 302) Bknz: ( ح م ي )
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
Hıfz | حِفْظ |
Saklama, koruma.
| Hıfz Etmek |
Hâfız | حَافِظ |
Muhafaza eden. Koruyan. Hıfzeden. Kur’an-ı Kerim’i tamamen ezbere okuyan.
| Çoğul: Hafaza |
Hafîz | حَفِيظ | Esirgeyen. Koruyan. Muhafaza eden. Muhafız. |
|
Huffâz | حُفَّاظ | Hafızlar. |
|
Mahfûz | مَحْفُوظ | 1: Korunmuş, gözetilmiş. gizlenmiş, saklanmış. 2: Alçalmış veya alçatılmış. | Mahfûzen |
Mahfûzât | مَحْفُوظَات | Mahfuz olunmuş, gizlenilmiş şeyler. |
|
Hâfıza | حَافِظَة | Muhafaza eden. Ezberleme kuvvesi. Kuvve-i hafıza. |
|
Ahfaz | أٓحْفَاظ | 1: Belleği çok kuvvetli. 2: Kur’an’ı en iyi hıfzetmiş kişi. 3: Alçak gönüllü. |
|
Muhâfaza | مُحَافَظَة | Koruma, saklama, korunum. |
|
Muhâfazakâr | مُحَافَظَة كَار | 1: Tutucu. 2: Koruyucu. |
|
Muhâfız | مُحَافِظ | 1: Birini veya bir şeyi koruyan, kollayan, gözeten kimse, koruyucu. 2: Bir kalenin veya bir şehrin önemli yerlerini korumak, düzeni ve güvenliği sağlamakla görevli komutan. |
|
Tahaffuz | تَحَفُّظ | Barınma, korunma. Sakınmak. Kendini muhafaza etmek. |
|
Mütehaffız | مُتَحَفِّظ | Korunup sakınan, tahaffuz eden. |
|
İhtifâz | اِحْتِفَاظ | Darılma, küsme. Bir şeyi nefsine hasretme. Kendini sakınma. Muhafaza etme. |
|
İstihfâz | اِسْتِحْفَاظ | Hıfzetmek. Korumak. Muhafaza etmek. Bir şeyin muhafaza olunmasını birisinden rica etmek. |
|
Müstahfız | مُسْتَحْفِظ | 1: Koruyan, koruyucu. 2: Yeniçerilik zamanında kale, hisar ve yurdu koruyan timarlı asker. 3: Yeniçeriler kaldırıldıktan sonra kırk yaşını aşmış kimselerin, yedek asker hizmetlerinden sonra gelen dört yıllık askerlik süresi. |
|
Müstahfaz | مُسْتَحْفَظ | Koruyan, hıfzeden, muhafaza eden. |
|
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
حَفِظَ : Fiil-I.
4:34 | فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ |
Diyanet Meali: | İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. |
5:89 | ذَٰلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ وَاحْفَظُوا أَيْمَانَكُمْ |
Diyanet Meali: | İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffareti budur. Yeminlerinizi tutun. |
12:65 | وَنَمِيرُ أَهْلَنَا وَنَحْفَظُ أَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَعِيرٍ |
Diyanet Meali: | Onunla yine ailemize yiyecek getirir, kardeşimizi korur ve bir deve yükü zahire de fazladan alırız. |
13:11 | لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. |
15:17 | وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ |
Diyanet Meali: | Onu kovulmuş her şeytandan koruduk. * |
24:30 | قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ |
Diyanet Meali: | Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. |
24:31 | وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ |
Diyanet Meali: | Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. |
حَافَظَ : Fiil-III.
2:238 | حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَىٰ |
Diyanet Meali: | Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun. |
6:92 | وَهُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar namazlarını vaktinde kılarlar. |
23:9 | وَالَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler. * |
70:34 | وَالَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar, namazlarını titizlikle koruyan kimselerdir. * |
اِسْتَحْفَظَ : Fiil-X. Meçhulü: اُسْتُحْفِظَ
5:44 | بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللَّهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءَ |
Diyanet Meali: | Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler. |
حَافِظٌ : İsim. İsm-i Fâil.
9:112 | وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. |
12:12 | أَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ |
Diyanet Meali: | “Yarın onu bizimle beraber gönder de gezip oynasın. Şüphesiz biz onu koruruz.” * |
12:63 | مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَأَرْسِلْ مَعَنَا أَخَانَا نَكْتَلْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ |
Diyanet Meali: | “Bize artık zahire verilmeyecek. Kardeşimizi (Bünyamin’i) bizimle gönder ki zahire alalım. Onu biz elbette koruruz” (dediler). |
12:64 | فَاللَّهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ |
Diyanet Meali: | Allah en iyi koruyandır ve O, merhametlilerin en merhametlisidir. |
12:81 | وَمَا شَهِدْنَا إِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظِينَ |
Diyanet Meali: | “Biz ancak bildiğimize şahitlik ettik. (Sana söz verdiğimiz zaman) gaybı (oğlunun hırsızlık edeceğini) bilemezdik.” |
15:9 | إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz. * |
21:82 | وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذَٰلِكَ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظِينَ |
Diyanet Meali: | Ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Hep onları zapteden bizdik. |
23:5 | وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar ki, ırzlarını korurlar. * |
33:35 | وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا |
Diyanet Meali: | Namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. |
70:29 | وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar, mahrem yerlerini koruyan kimselerdir. * |
82:10 | وَإِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظِينَ |
Diyanet Meali: | Hâlbuki üzerinizde muhakkak bekçiler vardır. * |
83:33 | وَمَا أُرْسِلُوا عَلَيْهِمْ حَافِظِينَ |
Diyanet Meali: | Hâlbuki onlar, mü’minlerin başına bekçi olarak gönderilmemişlerdi. * |
86:4 | إِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌ |
Diyanet Meali: | Hiçbir kimse yoktur ki, üzerinde koruyucu bulunmasın. * |
حَافِظَات : İsim. İsm-i Fâil. Kurallı Bayan Çoğul. Tekili: حَافِظَةٌ
4:34 | فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ |
Diyanet Meali: | İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. |
33:35 | وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا |
Diyanet Meali: | Namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. |
حَفِيظ : İsim. İsm-i Fâil. Çoğulu: حَفَظَةٌ
4:80 | وَمَنْ تَوَلَّىٰ فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا |
Diyanet Meali: | Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik. |
6:61 | وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةً |
Diyanet Meali: | O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. |
6:104 | فَمَنْ أَبْصَرَ فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَا وَمَا أَنَا عَلَيْكُمْ بِحَفِيظٍ |
Diyanet Meali: | Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim. |
6:107 | وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا أَشْرَكُوا وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا |
Diyanet Meali: | Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. |
11:86 | بَقِيَّتُ اللَّهِ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ وَمَا أَنَا عَلَيْكُمْ بِحَفِيظٍ |
Diyanet Meali: | “Eğer inanan kimselerseniz Allah’ın bıraktığı helâl kazanç sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin başınızda bir bekçi değilim.” * |
12:55 | قَالَ اجْعَلْنِي عَلَىٰ خَزَائِنِ الْأَرْضِ إِنِّي حَفِيظٌ عَلِيمٌ |
Diyanet Meali: | Yûsuf, “Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve bilgili bir kişiyim” dedi. * |
42:48 | فَإِنْ أَعْرَضُوا فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا |
Diyanet Meali: | Eğer yüz çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bekçi göndermedik. |
11:57 | إِنَّ رَبِّي عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ |
Diyanet Meali: | “Şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.” |
34:21 | وَرَبُّكَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ |
Diyanet Meali: | Senin Rabbin her şey üzerinde hakiki bir koruyucudur. |
42:6 | وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ |
Diyanet Meali: | Allah’tan başka dostlar edinenlere gelince, Allah onları daima gözetlemektedir. |
50:4 | قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنْقُصُ الْأَرْضُ مِنْهُمْ وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَفِيظٌ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz biz, toprağın; onlardan neleri eksilttiğini bilmekteyiz. Yanımızda (o bilgileri) koruyan bir kitap vardır. * |
50:32 | هَٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ |
Diyanet Meali: | (Onlara şöyle denir:) “İşte bu, size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir. O, her tövbe eden, O’nun emrini gözeten içindir.” * |
مَحْفُوظٌ : İsim. İsm-i Mef’ûl.
85:22 | فِي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ |
Diyanet Meali: | O, korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da)dır. * |
21:32 | وَجَعَلْنَا السَّمَاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًا وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ |
Diyanet Meali: | Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allah’ın varlığını gösteren) delillerden yüz çevirmektedirler. * |
حِفْظٌ : İsim.
2:255 | وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا |
Diyanet Meali: | O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. |
37:7 | وَحِفْظًا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍ |
Diyanet Meali: | Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk. * |
41:12 | وَزَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا |
Diyanet Meali: | En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. |