KÖK HARFLER: أ ن س
ANLAM:
أَنِسَ : Birisine karşı arkadaş canlısı ve aşina olmak.
AÇIKLAMA:
xx
DİĞER BAZI TÜREVLER:
اَنِسَ (geniş zamanlı يَاْنَسُ ve اَنَسَ geniş zamanlı يَاْنِسُ ve يَاْنُسُ ve اَنُسَ geniş zamanlı يَاْنُسُ mastar isim اَنَسًا ve اَنَسَةً):
اَنِسَ بِهِ ve اَنِسَ اِلَيْهِ ve اِسْتَاْنَسَ بِهِ : Ona karşı arkadaş canlısı ve aşinaydı veya öyle oldu.
اِسْتَاْنَسَ : anlamları: (1) O baktı; (2) düşündü veya değerlendirdi, bir şey hakkında net bilgi elde etmek için çabaladı; (3) kimseyi görüp göremeyeceğini anlamak için etrafına bakındı; (4) soruşturdu; (5) izin istedi; (6) ünsiyet etti, ısındı.
اِذْهَبْ وَاسْتَاْنِسْ هَلْ تَرَى اَحَدًا : Git ve bak bakalım birilerini görebilecek misin.
غَيْرَ مُسْتَاْنِسِينَ لِحَدِيثٍ : Sohbetle meşgul etmek.
اٰنَسَ (geniş zamanlı يُؤْنِسُ): Fark etti, gözüne çarptı, gördü. Anladı, farkına vardı.
اٰنَسَ بِهِ veya اٰنَسَهُ : anlamları: (1) Ona karşı arkadaşça davrandı; (2) o kişiyi veya şeyi gördü; (3) onu algıladı; (4) gözleriyle gördüğünden şüphesi kalmadı; daha önce hiç tanımadığı bir şey gördü; (5) onu duydu; (6) onu hissetti; onu tanıdı; ondan emindi.
اِنْسٌ (Çoğul hali اَنَسٌ ve اَنَاسِىٌّ ve اٰنَاسٌ ve اُنَاسٌ) (bu kelime ile نَاسٌ sözcüğü eşanlamlıdır ve نَاسٌ öncekinin kısaltmasıdır): (1) Güzide arkadaş veya yoldaş; (2) bunlara karşı: جِنٌّ aynı zamanda اَنَسٌ ve اِنْسَانٌ ademoğlu, sonuncu, örn.: اِنْسَان : erkek, dişi, tekil ve çoğul hallerine uygulanabilir.
هٰذَا اِنْسِى : O benim güzide bir arkadaşımdır.
اِنْسَانٌ = اَنَسٌ : Birçok adam; birçok yandaş erkekten oluşan bir grup; kalan bir kabile; bir evin sakinleri.
اِنْسِىٌّ : İnsan ırkına ait; insani.
حُمُرٌ اِنْسِيَّةٌ : Evcil eşekler; insanoğlu; adam.
اُنْسٌ : Aşinalık; hoşsohbetlik; neşe; huzur.
اِنْسَانٌ : Adam; ademoğlu: Hem tekil hem de çoğul halde kullanılıp erkek ve dişi hallerine uygulanır. (çoğul hali اَنَاسِىُ ve اُنَاسٌ) . Bu sözcüğün türevleri hakkında yazarlar fikir ayrılığına düşer. Bazıları şu sözcükten: اَلْاِنْسُ ; diğerleri ise şu sözcükten: اِينَاسٌ geldiğini iddia eder ve insan “mükemmellik”, “görüş”, “bilgi” ve “hislerini” kullandığından bu beceri/imtiyazları işaret ederler. Ayrıca اِنْسَانِ şeklinin bunun için kullanıldığı da öne sürülür: اِنْسَان sanki “çifte ortaklık/işbirliği” şeklinde çift anlamı varmış gibi, örn.: cinler ve kendi türü arasında bir işbirliği. Derler ki اَنِسَ بالْجِنِّ وَاَنِسَ بِالْخَلْقِ : O hem cinlerle hem insanlarla işbirliği içerisindeydi. Kimi insanlar bunun şu sözcükten türediğini düşünür: اَلنَّوْسُ ve bu “devinim”i işaret eder, diğerleri de kelimenin aslen bu sözcük: اِنْسِيَانٌ olduğunu ve bu sözcükten: اَلنِّسْيَانُ (unutkanlık/kayıtsızlık) geldiğini ileri sürer. Derler ki: اِنَّمَا سُمِّىَ اِنْسَانًا لِاَنَّهُ عَهِدَ اِلَيْهِ فَنَسِىَ : İsmi اِنْسَانٌ idi sadece yönetildiği ve unuttuğu için.
اِنْسَانٌ aynı zamanda şu anlama da gelir:
اِنْسَانُ الْعَيْنِ : Gözlerinin karasına yansıyan görüntü; gözbebeği veya gözlerinin karası. Ayrıca, ekilmemiş toprak anlamına da gelir.
نَاسٌ ile اُنَاسٌ kelimesi eşanlamlıdır ve نَاسٌ kelimesi onun kısaltmasıdır, anlamı ise: Kullar; ademoğlu; insanlar.
رَبُّ النَّاسِ : kulların Rabbi; ademoğlunun Rabbi.
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
Tür | Adet | Anlam | Örnek | Açıklama | |
آنَسَ | fiil-IV | 5 | Farketti, gözüne çarptı, farkına vardı | 28/29 | |
اِسْتَأْنَسَ | fiil-X | 1 | Ünsiyet etti, içi ısındı, öğrendi | 24/27 | |
إِنْسَانٌ | isim | 71 | İnsan | 100/6 | Çoğulu: أُنَاسٌ – أَنَاسِيُّ |
إِنْسِىٌّ | isim | 1 | İnsanlardan olan | 25/49 | |
إِنْسٌ | isim | 18 | Güzide arkadaş veya yoldaş; insan | 6/112 | |
مُسْتَأْنِسٌ | isim | 1 | Ünsiyet eden, ısınan, öğrenen | 33/53 | |
Toplam | 97 |
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Kök Harflerinin Yer Değişimi
Mahreci Benzeyen Kökler
Benzer Manada Kelimeler
- أَنِسَ (a)
- أَنِسَ (b)
- آنَسَ (a)
- آنَسَ (b)
- إِنْسٌ
- إِنْسَانٌ
Zıt Manada Kelimeler
- أَنِسَ (a)
- أَنِسَ (b)
- آنَسَ
- إِنْسٌ
- جِنٌّ > bak: ج ن ن
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
İns (İnsân) | إِنْس | İki eli olan, iki ayak üzerinde dolaşan, sözle anlaşan, akıl ve düşünme yeteneği olan en gelişmiş canlı. | Çoğul: Ünâs |
Üns | أُنْس | Alışkanlık, alışma. Arkadaş. Hemdem. |
|
Ünsiyyet | أُنْسِيَّة | *Alışkanlık. Dostluk. |
|
Enîs | أَنِيس | Dost, arkadaş, ünsiyet edilmiş olan. Alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş olan. Sevgili. |
|
Me’nûs | مَؤْنُوس | Alışılmış. Alışık. Ünsiyet edilmiş. | Müennes: Me’nûse |
Me’nusiyyet | مَؤْنُوسِيَّة | *Alışılma, alışılmış olma. |
|
Te’nîs | تَأْنِيس | Alıştırmak. |
|
Mûnis | مُونِس | Alışılan, alışılmış, yabancı olmayan. Cana yakın, uysal, sevimli. Ünsiyetli. | Müennes: Mûnise |
Muvâneset | مُوَانَسَة | Birbirine alışıp beraber yaşama. Ünsiyet peyda etme. |
|
Muvânis | مُوَانِس | İnsana alışık, insandan kaçmayan. Ünsiyet peyda eden. |
|
Müste’nis | مُسْتَأْنِس | Ünsiyet peyda etmiş olan, alışık. Alışılmak istenen. |
|
İstînâs | اِسْتِينَاس | Alışmak. Ünsiyetli olmak. Vahşiliğin gitmesi. Ürkekliğin kalkması. |
|
Nâs | نَاس | İnsanlar, halk, herkes. |
|
Nisâ’ | نِسٓاء | Kadınlar. |
|
Enes | أَنَس | 1: Soylu Arap atı, küheylan. 2: İnsan. 3: Üns manasına kullanılır ve vahşetin zıddıdır. |
|
Enîse | أَنِيسَة | Dost, arkadaş; yar, sevgili. |
|
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
آنَسَ : Fiil-IV.
4:6 | فَإِنْ آنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُوا إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ |
Diyanet Meali: | (Yetimleri deneyin. Evlenme çağına, buluğa erdiklerinde), eğer reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. |
20:10 | إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَعَلِّي آتِيكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ |
Diyanet Meali: | “Ben bir ateş gördüm (oraya gidiyorum). Umarım ondan size bir kor ateş getiririm…” |
27:7 | إِنِّي آنَسْتُ نَارًا سَآتِيكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ |
Diyanet Meali: | “Ben bir ateş gördüm, ondan size bir haber … getireceğim.” |
28:29 | وَسَارَ بِأَهْلِهِ آنَسَ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ نَارًا |
Diyanet Meali: | (Mûsâ, süreyi tamamlayıp) ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafında bir ateş görmüştü. |
28:29 | قَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَعَلِّي آتِيكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ |
Diyanet Meali: | Ve ailesine, “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm, (oraya gidiyorum). Umarım oradan size bir haber … getiririm” dedi. |
اِسْتَأْنَسَ : Fiil-X.
24:27 | لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّىٰ تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلٰى اَهْلِهَا |
Diyanet Meali: | Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selâm vermeden girmeyin. |
إِنْسَانٌ : İsim. Çoğulu: أُنَاسٌ – أَنَاسِيُّ
2:60 | قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ |
Diyanet Meali: | Her boy kendi su alacağı pınarı bilmişti. |
4:28 | يُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْ وَخُلِقَ الْإِنْسَانُ ضَعِيفًا |
Diyanet Meali: | Allah, sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır. * |
7:82 | أَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْ إِنَّهُمْ أُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ |
Diyanet Meali: | “Çıkarın bunları memleketinizden! Güya onlar kendilerini fazla temiz tutan insanlar!..” |
7:160 | قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ |
Diyanet Meali: | Herkes (kendi) su içeceği yeri bildi. |
10:12 | وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا |
Diyanet Meali: | İnsana bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken, gerek otururken, (gerekse ayakta iken, her hâlinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) bize dua eder. |
11:9 | وَلَئِنْ أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُ إِنَّهُ لَيَئُوسٌ كَفُورٌ |
Diyanet Meali: | Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir. |
12:5 | إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْإِنْسَانِ عَدُوٌّ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | “Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” |
14:34 | إِنَّ الْإِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür. |
15:26 | وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ |
Diyanet Meali: | Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık. * |
16:4 | خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | İnsanı nutfeden (bir damla sudan) yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir. * |
17:11 | وَيَدْعُ الْإِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءَهُ بِالْخَيْرِ |
Diyanet Meali: | İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. |
17:11 | وَكَانَ الْإِنْسَانُ عَجُولًا |
Diyanet Meali: | İnsan çok acelecidir. |
17:13 | وَكُلَّ إِنْسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَائِرَهُ فِي عُنُقِهِ |
Diyanet Meali: | Her insanın amelini boynuna yükledik. |
17:53 | إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْإِنْسَانِ عَدُوًّا مُبِينًا |
Diyanet Meali: | Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır. |
17:67 | فَلَمَّا نَجَّاكُمْ إِلَى الْبَرِّ أَعْرَضْتُمْ وَكَانَ الْإِنْسَانُ كَفُورًا |
Diyanet Meali: | Fakat sizi kurtarıp karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür. |
17:71 | يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ |
Diyanet Meali: | Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. |
17:83 | وَإِذَا أَنْعَمْنَا عَلَى الْإِنْسَانِ أَعْرَضَ وَنَأَىٰ بِجَانِبِهِ |
Diyanet Meali: | İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirip yan çizer. |
17:100 | إِذًا لَأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْإِنْفَاقِ وَكَانَ الْإِنْسَانُ قَتُورًا |
Diyanet Meali: | (De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız), o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.” |
18:54 | وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا |
Diyanet Meali: | Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür. |
19:66 | وَيَقُولُ الْإِنْسَانُ أَإِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ أُخْرَجُ حَيًّا |
Diyanet Meali: | İnsan, “Öldüğümde gerçekten diri olarak (topraktan) çıkarılacak mıyım?” der. * |
19:67 | اَوَلَا يَذْكُرُ الْإِنْسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْئًا |
Diyanet Meali: | İnsan, daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi? * |
21:37 | خُلِقَ الْإِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍ سَأُرِيكُمْ آيَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ |
Diyanet Meali: | İnsan çok aceleci (tez canlı) yaratılmıştır. Size yakında âyetlerimi göstereceğim. Şimdi acele etmeyin. * |
22:66 | إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz, insan çok nankördür. |
23:12 | وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ |
Diyanet Meali: | Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık. * |
25:29 | وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْإِنْسَانِ خَذُولًا |
Diyanet Meali: | “Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.” |
25:49 | وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَا أَنْعَامًا وَأَنَاسِيَّ كَثِيرًا |
Diyanet Meali: | Yarattıklarımızdan birçok hayvanları ve insanları sulayalım diye (gökten tertemiz bir su indirdik). |
27:56 | أَخْرِجُوا آلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْ إِنَّهُمْ أُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ |
Diyanet Meali: | “Lût’un ailesini memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar temiz kalmak isteyen insanlarmış(!)” |
29:8 | وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا |
Diyanet Meali: | Biz, insana, ana babasına iyilik etmesini emrettik. |
31:14 | وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَىٰ وَهْنٍ |
Diyanet Meali: | İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. |
32:7 | وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنْسَانِ مِنْ طِينٍ |
Diyanet Meali: | İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı. |
33:72 | وَحَمَلَهَا الْإِنْسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا |
Diyanet Meali: | Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir. |
36:77 | أَوَلَمْ يَرَ الْإِنْسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | İnsan, bizim, kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir. * |
39:8 | وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُنِيبًا إِلَيْهِ |
Diyanet Meali: | İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O’na yalvarır. |
39:49 | فَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا |
Diyanet Meali: | İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır. |
41:49 | لَا يَسْأَمُ الْإِنْسَانُ مِنْ دُعَاءِ الْخَيْرِ |
Diyanet Meali: | İnsan, hayır (mal, mülk, genişlik) istemekten usanmaz. |
41:51 | وَإِذَا أَنْعَمْنَا عَلَى الْإِنْسَانِ أَعْرَضَ وَنَأَىٰ بِجَانِبِهِ |
Diyanet Meali: | İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. |
42:48 | وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا |
Diyanet Meali: | Gerçekten biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımızda ona sevinir… |
42:48 | وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَإِنَّ الْإِنْسَانَ كَفُورٌ |
Diyanet Meali: | Ama elleriyle yaptıkları işler yüzünden onlara bir kötülük dokunursa, o zaman da insan pek nankördür. |
43:15 | إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz insan apaçık bir nankördür. |
46:15 | وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا |
Diyanet Meali: | Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. |
50:16 | وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ |
Diyanet Meali: | Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. |
53:24 | أَمْ لِلْإِنْسَانِ مَا تَمَنَّىٰ |
Diyanet Meali: | Yoksa insan (kayıtsız şartsız), her temenni ettiği şeye sahip mi olacaktır? * |
53:39 | وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنْسَانِ إِلَّا مَا سَعَىٰ |
Diyanet Meali: | İnsan için ancak çalıştığı vardır. * |
55:3 | خَلَقَ الْإِنْسَانَ |
Diyanet Meali: | İnsanı yarattı. * |
55:14 | خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ |
Diyanet Meali: | Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı. * |
59:16 | كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنْسَانِ اكْفُرْ |
Diyanet Meali: | (Münafıkların durumu ise) tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der… |
70:19 | إِنَّ الْإِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا |
Diyanet Meali: | Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. * |
75:3 | أَيَحْسَبُ الْإِنْسَانُ أَلَّنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُ |
Diyanet Meali: | İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır? * |
75:5 | بَلْ يُرِيدُ الْإِنْسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ |
Diyanet Meali: | Fakat insan önünü (geleceğini, kıyameti) yalanlamak ister. * |
75:10 | يَقُولُ الْإِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ |
Diyanet Meali: | O gün insan “kaçış nereye?” diyecektir. * |
75:13 | يُنَبَّأُ الْإِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ |
Diyanet Meali: | O gün insana, yapıp önden gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı şeyler haber verilir. * |
75:14 | بَلِ الْإِنْسَانُ عَلَىٰ نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ |
Diyanet Meali: | O gün insan kendi aleyhine şahittir. * |
75:36 | أَيَحْسَبُ الْإِنْسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى |
Diyanet Meali: | İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder. * |
76:1 | هَلْ أَتَىٰ عَلَى الْإِنْسَانِ حِينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْئًا مَذْكُورًا |
Diyanet Meali: | İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti. * |
76:2 | إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَبْتَلِيهِ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. |
79:35 | يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْإِنْسَانُ مَا سَعَىٰ |
Diyanet Meali: | O gün insan yaptıklarını hatırlar. * |
80:17 | قُتِلَ الْإِنْسَانُ مَا أَكْفَرَهُ |
Diyanet Meali: | Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankördür o! * |
80:24 | فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ إِلَىٰ طَعَامِهِ |
Diyanet Meali: | Her şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın! * |
82:6 | يَا أَيُّهَا الْإِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ |
Diyanet Meali: | Ey insan! Cömert Rabbine karşı seni ne aldattı? * |
84:6 | يَا أَيُّهَا الْإِنْسَانُ إِنَّكَ كَادِحٌ إِلَىٰ رَبِّكَ كَدْحًا فَمُلَاقِيهِ |
Diyanet Meali: | Ey insan! Şüphesiz, sen Rabbine (kavuşuncaya kadar) didinip duracak ve sonunda didinmenin karşılığına kavuşacaksın. * |
86:5 | فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَ |
Diyanet Meali: | Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. * |
89:15 | فَأَمَّا الْإِنْسَانُ إِذَا مَا ابْتَلَاهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ |
Diyanet Meali: | İnsan ise; Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, “Rabbim bana ikram etti” der. * |
89:23 | يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْإِنْسَانُ وَأَنَّىٰ لَهُ الذِّكْرَىٰ |
Diyanet Meali: | İşte o gün insan (yaptıklarını birer birer) hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ona nasıl faydası olacak!? |
90:4 | لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ فِي كَبَدٍ |
Diyanet Meali: | Muhakkak biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık. * |
95:4 | لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ |
Diyanet Meali: | Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. * |
96:2 | خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ |
Diyanet Meali: | O, insanı “alak”dan yarattı. * |
96:5 | عَلَّمَ الْإِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ |
Diyanet Meali: | İnsana bilmediğini öğretendir. * |
96:6 | كَلَّا إِنَّ الْإِنْسَانَ لَيَطْغَىٰ |
Diyanet Meali: | Hayır, insan (kendini yeterli gördüğü için) mutlaka azgınlık eder. * |
99:3 | وَقَالَ الْإِنْسَانُ مَا لَهَا |
Diyanet Meali: | İnsan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman…* |
100:6 | إِنَّ الْإِنْسَانَ لِرَبِّهِ لَكَنُودٌ |
Diyanet Meali: | Muhakkak insan gerçekten Rabbine karşı pek nankördür. * |
103:2 | إِنَّ الْإِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ |
Diyanet Meali: | (Andolsun zamana ki), insan gerçekten ziyan içindedir. * |
إِنْسِىٌّ : İsim.
19:26 | إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَٰنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنْسِيًّا |
Diyanet Meali: | “Şüphesiz ben Rahmân’a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım.” |
إِنْسٌ : İsim.
6:112 | وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الْإِنْسِ وَالْجِنِّ |
Diyanet Meali: | İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. |
6:128 | وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْإِنْسِ |
Diyanet Meali: | Onların hepsini bir araya toplayacağı gün şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp aranıza kattınız.” |
6:128 | وَقَالَ أَوْلِيَاؤُهُمْ مِنَ الْإِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ |
Diyanet Meali: | Onların insanlardan olan dostları, “Ey Rabbimiz! Bizler birbirimizden yararlandık..” diyecekler. |
6:130 | يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ |
Diyanet Meali: | (O gün Allah, şöyle diyecektir:) “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size peygamberler gelmedi mi?” |
7:38 | قَالَ ادْخُلُوا فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ فِي النَّارِ |
Diyanet Meali: | Allah, şöyle der: “Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin.” |
7:179 | وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ |
Diyanet Meali: | Andolsun biz, cinler ve insanlardan birçoklarını cehennem için var ettik. |
17:88 | قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْإِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَىٰ أَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هَٰذَا الْقُرْآنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ |
Diyanet Meali: | De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar, onun benzerini getiremezler.” |
27:17 | وَحُشِرَ لِسُلَيْمَانَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ وَالطَّيْرِ |
Diyanet Meali: | Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. |
41:25 | فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ |
Diyanet Meali: | Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları ile ilgili (o söz, azap, onlar için de gerçekleşti). |
41:29 | رَبَّنَا أَرِنَا اللَّذَيْنِ أَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ |
Diyanet Meali: | “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster.” |
46:18 | فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ |
Diyanet Meali: | (İşte onlar), kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, (haklarında o sözün, azabın gerçekleştiği kimselerdir). |
51:56 | وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ |
Diyanet Meali: | Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. * |
55:33 | يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَنْ تَنْفُذُوا |
Diyanet Meali: | Ey cin ve insan toplulukları! (Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından) geçip gitmeye gücünüz yeterse (geçip gidin). |
55:39 | فَيَوْمَئِذٍ لَا يُسْأَلُ عَنْ ذَنْبِهِ إِنْسٌ وَلَا جَانٌّ |
Diyanet Meali: | İşte o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak. * |
55:56 | فِيهِنَّ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ |
Diyanet Meali: | Oralarda bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş dilberler vardır. Onlara eşlerinden önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur. * |
55:74 | لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ |
Diyanet Meali: | Onlara, eşlerinden önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur. * |
72:5 | وَأَنَّا ظَنَنَّا أَنْ لَنْ تَقُولَ الْإِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا |
Diyanet Meali: | “Şüphesiz biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk.” * |
72:6 | وَأَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنَ الْإِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ |
Diyanet Meali: | “Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da…” |
مُسْتَأْنِسِينَ : İsim. İsm-i Fâil. İstif’âl Bâbı (X. Bâb). Kurallı Erkek Çoğul, Nasb / Cerr Hali. Tekili: مُسْتَأْنِسٌ
33:53 | فَإِذَا طَعِمْتُمْ فَانْتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِسِينَ لِحَدِيثٍ |
Diyanet Meali: | Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. |