KÖK HARFLER: ب أ س
ANLAM:
بَؤُسَ – بَئِسَ:
- Savaşta ve kavgada kudretli ve cesur olmak.
- Sıkıntılı, çok muhtaç halde olmak, yoksulluk çekmek.
AÇIKLAMA:
xx
DİĞER BAZI TÜREVLER:
بَؤُسَ (geniş zamanlı يَبْؤُسُ mastar isim بَاْسًا ve بَئِسَ geniş zamanlı يَبْاَسُ mastar isim بَاْسًا ve بُؤْسًا ve بَئِيسًا ve بُؤُوسًا ve بُؤْسًى ve بَئِيسًى) : anlamları: (1) Savaşta ve kavgada kudretli ve cesurdu veya öyle oldu; (2) Sıkıntılıydı, çok muhtaç haldeydi veya yoksulluk çekiyordu ya da o hale geldi.
اَلْبَاْسُ ve اَلْبَاْسَاءُ sözcüklerinin her ikisi de mastar isimdir ve şu sözcüklerden türemiştir: بَؤُسَ ve بَئِس
اَلْبَاْسُ : anlamları: (1) Savaşta veya kavgada gösterilen kabiliyet veya kudret; (2) cesaret, yiğitlik ve kahramanlık; (3) savaş veya kavga; (4) korku; (5) azap ya da işkence; (6) hasar veya yaralanma.
اَلْبَاْسَاءُ : anlamları: (1) Sıkıntı; (2) yoksulluk; (3) darlık; (4) talihsizlik; (5) felaket; (6) savaş.
اِبْتَاَسَ بِهِ ve اِبْتَاَسَ مِنْهُ : O şey yüzünden sıkıntıya girmişti; o şeye üzülmüştü. Güç durumda kaldı.
بَئِيسٌ : Savaşta veya kavgada kabiliyetli veya kudretli; hiddetli; cesur veya yiğit. Çetin.
بَائِسٌ : Sıkıntılı; ivedi bir haceti olan kişi; dert veya ıstırap halinde olan kişi; hastalık nedeniyle kötürüm kalmış veya müzmin bir hastalıktan ötürü acı çeken kişi. Bu sözcük, merhamet ifade eden bir sıfattır.
بِئْسَ : Çirkin; kötü; şeytani. Zemm kelimesi olup, “ne kötü!” manasına gelir. Mukabili نِعْمَ olup, medh kelimesidir.
لَابَاْسَ عَلَيْكَ : Senin için endişe edecek bir şey yoktur.
لَابَاْسَ بِكَذَا : Böyle bir şeyin zararı olmaz.
اِشْتَدَّ الْبَاْسُ : Korku, hiddetli bir hal almıştı.
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
Tür | Adet | Anlam | Örnek Âyet | Açıklama | |
بِئْسَ | fiil-I | 40 | Ne kötü! | 67/6 | Tam câmid mâzi fiil, zem |
اِبْتَئَسَ | fiil-VIII | 2 | Üzüldü, güç durumda kaldı | 12/69 | |
بَئِيسٌ | isim | 1 | Çetin | 7/165 | |
بَأْسٌ | isim | 25 | Azap, harp, kuvvet, şiddet | 4/84 | |
بَائِسٌ | isim | 1 | Çok muhtaç | 22/28 | |
بأْسَاءُ | isim | 4 | Fakirlik, sıkıntı içinde olma | 7/94 | |
Toplam: | 73 |
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Benzer Manada Kelimeler
- بَئِسَ
- اِبْتَأَسَ
- بَأْسٌ (a)
- خَوْفٌ > bak: خ و ف
- بَأْسٌ (b)
- بَأْسٌ (c)
- شِدَّةٌ > bak: ش د د
- بَأْسٌ (d)
- حَرْبٌ > bak: ح ر ب
- بَأْسٌ (e)
- عَذَابٌ > bak: ع ذ ب
- بَائِسٌ
- بَأْسَاءُ
- بَئِيسٌ
- بُئْسٌ
Zıt Manada Kelimeler
- بَئِسَ
- اِبْتَأَسَ
- اِطْمَأَنَّ > bak: ط م ن
- بَأْسٌ (a)
- بَأْسٌ (b)
- بَائِسٌ
- سَعِيدٌ > bak: س ع د
- بَأْسَاءُ
- بَئِيسٌ
- بُئْسٌ
- نَعْمَةٌ > bak: ن ع م
AÇIKLAMA:
FAKÎR ile BÂ’İS kelimeleri arasındaki fark
( ب أ س – ف ق ر )
Bâ’is, “elini uzatarak isteyen” demektir. O, bu halinden dolayı bâ’is diye isimlendirilmiştir. Çünkü dilenmek için ellerini uzatınca, kendisinde bu’ûs (sıkıntı) eseri görülmektedir. Bâ’is kelimesi, birisini fakirlikle niteleme konusunda mübalağalı bir ifadedir. Bazı alimler, “fakirlikte son nokta” miskinlik olduğu için, bâ’is kelimesinin, “miskîn” anlamında kullanıldığını söylemişlerdir. (Farklar Sözlüğü 257) Çünkü miskîn kimse de dilenmek durumunda kalmaktadır. Fakir ise ihtiyaç açısından bu kadar kötü bir durumda olmayabilir. Bknz: ( ف ق ر )
DARRÂ’ ile BE’SÂ’ kelimeleri arasındaki fark
( ض ر ر – ب أ س )
Darrâ’, açık olan, görünen zarar, ziyan demektir. Be’sâ’, korkuyla birlikte olan darrâ’dır yani zarar, ziyandır. Bünyesinde korku ve endişe barındırdığı için harbe “be’s” denilmiştir. Bâis, kendisinde be’s (şiddet korkusu) veya bu’s (fakirlik, zayıflık korkusu) ârız olmuş kimse demektir. (Farklar Sözlüğü 288) Bknz: ( ض ر ر )
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
Beis (Be’s) | بَأْس | Kötülük, zarar. Kuvvet ve şiddet. |
Buus | بُؤُس | Sefalet. Yokluk içinde olma. |
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
بِئْسَ : Fiil-I (Tam câmid mâzi fiil, zem).
2:90 | بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِهِ أَنْفُسَهُمْ أَنْ يَكْفُرُوا بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ |
Diyanet Meali: | Allah’ın indirdiğini inkar etmekle, kendilerini ne kötü bir şey karşılığında sattılar. |
2:93 | قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ |
Diyanet Meali: | Onlara de ki: (Tevrat’a beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size emrettiği şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz! |
2:102 | وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِهِ أَنْفُسَهُمْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ |
Diyanet Meali: | Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi! |
2:126 | ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَىٰ عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | Sonra onu cehennem azabına girmek zorunda bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!” |
2:206 | أَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْإِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ |
Diyanet Meali: | (Ona “Allah’tan kork” denildiği zaman), gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır! |
3:12 | سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَىٰ جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمِهَادُ |
Diyanet Meali: | “Siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme doldurulacaksınız. Orası ne fena yataktır!” |
3:151 | وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ |
Diyanet Meali: | Barınakları da cehennemdir. Zalimlerin kalacakları yer ne kötüdür. |
3:162 | أَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللَّهِ كَمَنْ بَاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللَّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O, ne kötü varılacak yerdir! * |
3:187 | وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ |
Diyanet Meali: | Fakat onlar (verdikleri sözü, arkalarına atıp) onu az bir karşılığa değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar kötüdür! |
3:197 | مَتَاعٌ قَلِيلٌ ثُمَّ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمِهَادُ |
Diyanet Meali: | (Onların bu refahı) az bir yararlanmadır. Sonra onların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir yataktır orası! * |
5:62 | لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ |
Diyanet Meali: | Yapmakta oldukları şey ne kötüdür! |
5:63 | لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ |
Diyanet Meali: | Yapmakta oldukları şey ne kötüdür! |
5:79 | كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ |
Diyanet Meali: | İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü! * |
5:80 | لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ أَنْفُسُهُمْ أَنْ سَخِطَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ |
Diyanet Meali: | Andolsun ki kendileri için önceden (ahirete) gönderdikleri şey; Allah’ın onlara gazap etmesi ne kötüdür! |
7:150 | بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي مِنْ بَعْدِي أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ |
Diyanet Meali: | “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz?” |
8:16 | فَقَدْ بَاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | Mutlaka o, Allah’ın gazabına uğramış olur. Onun varacağı yer de cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir orası! |
9:73 | وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | Onlara karşı çetin ol. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir orası! |
11:98 | يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَأَوْرَدَهُمُ النَّارَ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ |
Diyanet Meali: | Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne geçecek ve onları ateşe götürecektir. Ne kötü varış yeridir orası! * |
11:99 | وَأُتْبِعُوا فِي هَٰذِهِ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ |
Diyanet Meali: | Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Ne kötü destektir onlara verilen destek! * |
13:18 | أُولَٰئِكَ لَهُمْ سُوءُ الْحِسَابِ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمِهَادُ |
Diyanet Meali: | İşte hesabın kötüsü bunlar içindir. Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır! |
14:29 | جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا وَبِئْسَ الْقَرَارُ |
Diyanet Meali: | Yaslanacakları cehenneme (sürükleyenleri görmedin mi)? O, ne kötü duraktır! * |
16:29 | فَادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ |
Diyanet Meali: | “Haydi, içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!” * |
18:29 | يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا |
Diyanet Meali: | Yüzleri yakıp kavuran (bir su ile kendilerine yardım edilir). O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir. |
18:50 | وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا |
Diyanet Meali: | Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir! |
22:13 | يَدْعُو لَمَنْ ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِنْ نَفْعِهِ لَبِئْسَ الْمَوْلَىٰ |
Diyanet Meali: | Zararı faydasından daha yakın olana tapar. O (taptığı) ne kötü yardımcı, (ne fena yoldaştır)! |
22:13 | وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ |
Diyanet Meali: | Ne fena yoldaştır! |
22:72 | النَّارُ وَعَدَهَا اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | “Ateş.. Allah, onu kâfirlere vaad etti. Ne kötü varış yeridir orası!” |
24:57 | وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَلَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varış yeridir o! |
38:56 | جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمِهَادُ |
Diyanet Meali: | Cehennem vardır. Onlar oraya girerler. Orası ne kötü bir yataktır! * |
38:60 | قَالُوا بَلْ أَنْتُمْ لَا مَرْحَبًا بِكُمْ أَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَا فَبِئْسَ الْقَرَارُ |
Diyanet Meali: | O grup da, “Hayır, size rahat ve huzur olmasın. Bu cehennemi bizim önümüze siz sürdünüz. Orası ne kötü durak yeridir!” der. * |
39:72 | ادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ |
Diyanet Meali: | “İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların kalacağı yer ne kötüdür!” |
40:76 | ادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ |
Diyanet Meali: | Onlara, “Ebedî kalmak üzere cehennem kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!” (denir). * |
43:38 | يَا لَيْتَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَرِينُ |
Diyanet Meali: | “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü arkadaşmışsın!” |
49:11 | وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ |
Diyanet Meali: | Birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! |
57:15 | مَأْوَاكُمُ النَّارُ هِيَ مَوْلَاكُمْ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | Barınağınız ateştir. Size yaraşan odur. Orası gidilecek ne kötü yerdir! |
58:8 | حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne kötü varış yeridir orası! |
62:5 | بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! |
64:10 | أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ خَالِدِينَ فِيهَا وَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | İşte onlar, içinde ebedî kalmak üzere cehennemliklerdir. Ne kötü varılacak yerdir orası! |
66:9 | وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | Onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir orası! |
67:6 | وَلِلَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
Diyanet Meali: | Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü varılacak yerdir orası! * |
اِبْتَئَسَ : Fiil-VIII.
11:36 | فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ |
Diyanet Meali: | “O hâlde, onların yapmakta oldukları şeylerden dolayı üzülme.” |
12:69 | قَالَ إِنِّي أَنَا أَخُوكَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ |
Diyanet Meali: | “Haberin olsun ben senin kardeşinim, artık onların yaptıklarına üzülme” dedi. |
بَئِيسٌ : İsim. Sıfat.
7:165 | وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ |
Diyanet Meali: | Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık. |
بَأْسٌ : İsim.
2:177 | وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحِينَ الْبَأْسِ |
Diyanet Meali: | Zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenler… |
4:84 | عَسَى اللَّهُ أَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُوا |
Diyanet Meali: | Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. |
4:84 | وَاللَّهُ أَشَدُّ بَأْسًا وَأَشَدُّ تَنْكِيلًا |
Diyanet Meali: | Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir. |
6:43 | فَلَوْلَا إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا |
Diyanet Meali: | Hiç olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tövbe etselerdi ya.. |
6:65 | وَيُذِيقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍ |
Diyanet Meali: | “(O,) … kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya (gücü yetendir).” |
6:147 | وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ |
Diyanet Meali: | “(Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. Bununla beraber) suçlu bir toplumdan O’nun azabı geri çevrilmez.” |
6:148 | كَذَٰلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتَّىٰ ذَاقُوا بَأْسَنَا |
Diyanet Meali: | Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. |
7:4 | وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا فَجَاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا أَوْ هُمْ قَائِلُونَ |
Diyanet Meali: | Nice memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken yahut gündüz istirahat hâlinde iken gelmişti. |
7:5 | فَمَا كَانَ دَعْوَاهُمْ إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا إِلَّا أَنْ قَالُوا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ |
Diyanet Meali: | Azabımız kendilerine geldiğinde, “(Biz bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler olmuştuk” demekten başka söyleyecekleri kalmamıştı. * |
7:97 | أَفَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَىٰ أَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتًا وَهُمْ نَائِمُونَ |
Diyanet Meali: | Memleketlerin halkları geceleyin uyurken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular? * |
7:98 | أَوَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَىٰ أَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ |
Diyanet Meali: | Ya da o memleketlerin halkları kuşluk vakti gülüp oynarken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular? * |
12:110 | فَنُجِّيَ مَنْ نَشَاءُ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ |
Diyanet Meali: | Böylece dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi. Azabımız ise, suçlular topluluğundan geri çevrilemez. |
16:81 | وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَابِيلَ تَقِيكُمُ الْحَرَّ وَسَرَابِيلَ تَقِيكُمْ بَأْسَكُمْ |
Diyanet Meali: | Allah, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar verdi. |
17:5 | بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَنَا أُولِي بَأْسٍ شَدِيدٍ |
Diyanet Meali: | (Sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. |
18:2 | قَيِّمًا لِيُنْذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِنْ لَدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ |
Diyanet Meali: | (Allah onu), katından gelecek şiddetli bir azap ile (inanmayanları) uyarmak, (salih ameller işleyen) mü’minleri müjdelemek için dosdoğru (bir kitap kıldı). |
21:12 | فَلَمَّا أَحَسُّوا بَأْسَنَا إِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar azabımızı hissedince, hemen oradan süratle kaçıyorlardı. * |
21:80 | وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْ |
Diyanet Meali: | Bir de Davud’a, sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik ki, savaşlarınızda sizi korusun. |
27:33 | قَالُوا نَحْنُ أُولُو قُوَّةٍ وَأُولُو بَأْسٍ شَدِيدٍ |
Diyanet Meali: | Dediler ki: “Biz güçlü kimseleriz ve çetin savaşçılarız.” |
33:18 | وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ إِلَّا قَلِيلًا |
Diyanet Meali: | Savaşa pek az gelirler. |
40:29 | فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللَّهِ إِنْ جَاءَنَا |
Diyanet Meali: | “Ama başımıza geldiğinde bizi, Allah’ın azabından kim kurtarır?” |
40:84 | فَلَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا قَالُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَحْدَهُ |
Diyanet Meali: | Azabımızı gördükleri zaman, “Yalnız Allah’a inandık..” dediler. |
40:85 | فَلَمْ يَكُ يَنْفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا |
Diyanet Meali: | Fakat azâbımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine fayda vermedi. |
48:16 | سَتُدْعَوْنَ إِلَىٰ قَوْمٍ أُولِي بَأْسٍ شَدِيدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْ يُسْلِمُونَ |
Diyanet Meali: | “Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız.” |
57:25 | وَأَنْزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ |
Diyanet Meali: | Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). |
59:14 | بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَدِيدٌ تَحْسَبُهُمْ جَمِيعًا وَقُلُوبُهُمْ شَتَّىٰ |
Diyanet Meali: | Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. |
بَائِسٌ : İsim. İsm-i Fâil.
22:28 | فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْبَائِسَ الْفَقِيرَ |
Diyanet Meali: | Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin. |
بأْسَاءُ : İsim.
2:177 | وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحِينَ الْبَأْسِ |
Diyanet Meali: | Zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenler… |
2:214 | وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ |
Diyanet Meali: | Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden (cennete gireceğinizi mi sandınız)? Onlar darlığa ve zorluğa uğramışlardı. |
6:42 | وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَىٰ أُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَأَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ |
Diyanet Meali: | Andolsun, senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini dinlemediler. Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye) onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık. |
7:94 | وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ إِلَّا أَخَذْنَا أَهْلَهَا بِالْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ |
Diyanet Meali: | Biz hiçbir memlekete bir peygamber göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip yalvarıp yakarsınlar diye) ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış olmayalım. |