KÖK HARFLER: ب ش ر
ANLAM:
بَشَرَ : (Deriyi) soymak.
AÇIKLAMA:
بَشَرَةٌ : Derinin zâhiri, dış yüzü, (dış deri, üst deri, epiderm). أَدَمَةٌ ise derinin bâtını, iç kısmıdır, (alt deri, derma). Edebiyatçıların geneli bu görüştedir. Ebu Zeyd ise bunun aksini savunmuştur. Ebu Abbas ve diğerleri onun bu görüşünün hatalı olduğunu ifade etmiştir. Çoğulu بَشَرٌ ve أَبْشاَرٌ şeklinde gelir. İnsana “beşer” denirken burada esas alınan nokta, insanın derisinin; üzerinde yün, kıl ya da tüy bulunan hayvanların aksine, kıldan uzak, açıkta, görünürde olmasıdır. Bakılınca direkt derisi gözükür.
İnsan anlamına gelen بَشَرٌ kelimesi, hem tekil hem de çoğul için kullanılır. Yüce Allah’ın: أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ İki beşere mi inanacağız, (23/47) sözünde ikili olarak kullanılmıştır.
Kur’ân’da insanın cüssesinin, bedeninin, zahirinin esas alındığı her yerde, özellikle بَشَرٌ lafzı kullanılmıştır. Mesela, وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ مِنَ الْمَاء بَشَراً O, sudan bir beşer yaratan Allah’tır (25/54); إِنِّي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ طِينٍ Ben çamurdan bir beşer yaratacağım (38/71).
Kâfirler Allah peygamberlerin değerini düşürmek isteyince, bunu esas alarak, إِنْ هَذَا إِلاَّ قَوْلُ الْبَشَرِ O kesinlikle bir beşer sözüdür (74/25) demişlerdir.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: أَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً نَتَّبِعُهُ İçimizden bir beşerin peşinden mi gideceğiz? (54/24); مَا أَنتُمْ إِلاَّ بَشَرٌ مِثْلُنَا Siz de bizim gibi birer insandan başkası değilsiniz (36/15); أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا Onlar dediler ki; kendimiz gibi birer insan olan şu iki beşere mi inanacağız (23/47); فَقَالُوا أَبَشَرٌ يَهْدُونَنَا Bir beşer mi bize yol gösterecek? (64/6).
Yine aynı çerçevede şöyle buyurmuştur: أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ Ben de tıpkı sizin gibi bir beşerim (18/Kehf 110). Burada insanların beşer olma noktasında birbirine denk olduğuna dikkat çekilmek istenmektedir. Birbirlerine üstünlükleri yalnızca sahip oldukları celil, âli bilgiler ve işledikleri güzel ameller noktasındadır. Bundan dolayı bu sözün hemen ardından يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ Yalnız bana vahiy yolu ile ilâhınızın tek Allah olduğu bildiriliyor (18/110) buyurarak, onlardan yalnızca bu noktada temeyyüz ettiğine, ayrıldığına dikkatleri çekmiştir.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ Bana hiç beşer eli değmiş değildir (19/20). Burada özellikle “beşer” lafzı kullanılmıştır.
Şu sözüne gelince: فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَراً سَوِيّاً O, ona normal bir beşer kılığında görünmüştü (19/17). Burada melekler kastedilmektedir. Meleğin ona bir beşer suretinde göründüğüne dikkatleri çekmiştir.
Şu sözüne gelince: مَا هَـذَا بَشَراً Bu bir beşer değil! (12/31), Hz Yusuf a.s.’ı uzulamak ve yüceltmek için söylenmiştir. Onun cevherinin bir beşer cevheri olmayacak kadar yüce ve ekrem olduğu söylenmek istenmektedir.
بَشَرْتُ اْلأَدِيمَ : Derinin, sahtiyanın بَشَرَةٌ’sini aldım, izale ettim. Bu kullanımıyla أَنَفْتُهُ (onu burnundan vurdum) ve رَجَلْتُهُ (onu ayağından vurdum) kullanımlarına benzer. “Çekirge sürüsü yerin üzerindeki her şeyi yedi” anlamına gelen بَشَرَ الْجَرَادُ اْلأَرْضَ kullanımı buradan gelir.
مُباَشَرَة : İki deriyi bir etmek, birbirine değdirmek, dokundurmak. Şu ayette kinayeli olarak “cima” anlamında kullanılmıştır: وَلاَ تُبَاشِرُوهُنَّ وَأَنتُمْ عَاكِفُونَ فِي الْمَسَاجِدِ Mescidlerde itikâfa girdiğinizde eşlerinize yaklaşmayın (2/187); فَاْلآنَ بَاشِرُوهُنَّ Şimdi artık eşlerinize serbestçe yaklaşın (2/187).
فُلاَنٌ مُؤْدَمٌ مُبْشَرٌ : Bu kullanımın aslı Arapların “Allah ona her ikisi de övülecek bir بَشَرَةٌ ve bir أَدَمَةٌ versin” anlamına gelen أَبْشَرَهُ الله وَآدَمَهُ sözünden gelir. Sonradan, “her iki fazileti yani zahir ve batın faziletleri kendinde toplayan kamil, olgun kişileri” ifade etmek için kullanılmıştır. Bir görüşe göre ise, iç derinin (أَدَمَةٌ) yumuşaklığı ile dış derinin (بَشَرَةٌ) sertliğini kendinde topladı anlamındadır.
أَبْشَرْتُ الرَّجُلَ ve بَشَّرْتُهُ ve بَشَرْتُهُ : Ona, yüzünün dış derisini (بَشَرَةٌ) mutluluktan gevşetip yayacak sevindirici bir haber verdim, onu müjdeledim, muştuladım. Çünkü nefis sevindiğinde, suyun ağacın içinde yayıldığı gibi, kan onun içinde yayılır. Bu lafızların arasında çeşitli farklar vardır. Zira بَشَرْتُهُ fiili genel anlamlıdır. أَبْشَرْتُهُ fiili أَحْمَدْتُهُ gibidir. بَشَّرْتُهُ fiili ise teksirli olarak kullanılır.
Al-i İmran suresi 39. ayeti, اِنَّ اللهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَ Allah sana Yahya’yı müjdeliyor (3/Âl-i 39) يُبَشِّرُكَ (seni müjdeliyor) ve يَبْشُرُكَ (sana müjde veriyor) ve يُبْشِرُكَ (sana müjdeyi bildiriyor) şekillerinde okunmuştur.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Onlar: لاَ تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلامٍ عَلِيمٍ قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَى أَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ Onlar: Korkma, biz sana bilgin bir oğlun olacağını müjdeliyoruz. İbrahim, Hayli ilerlemiş yaşıma rağmen mi bana bu müjdeyi veriyorsunuz? O hâlde neye dayanarak müjde veriyorsunuz? dedi. Onlar dediler ki; sana bu müjdeyi gerçeğe dayanarak veriyoruz (15/53-55).
اِسْتَبْشَرَ : Kendisini tebşir edeceği, müjdeleyeceği, muştulayacağı bir ferah, sevinç buldu. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ Arkalarından şehadetle kendilerine yetişemeyen mücahitler hakkında da şunu isterler, (olanlar için de korku ve üzüntü söz konusu değil)… (3/170) Yine şöyle buyurmuştur: يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّهِ وَفَضْلٍٍ Allah’tan gelen nimet ve lütuf ile sevinirler (3/171). Yine şöyle buyurmuştur: وَجَاءَ أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ Şehir halkı sevinç içinde geldi (15/67).
Sevindiren habere, müjdeye بِشَارَة ve بُشْرَى denir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَفِي اْلآخِرَةِ Onlar için dünya hayatında da âhirette de müjde vardır (10/64). Yine şöyle buyurmuştur: لاَ بُشْرَى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِمِينَ O gün günâhkârlara hiçbir müjde yoktur (25/22); وَلَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُـشْرَى Hani elçilerimiz İbrahim’e müjdeli haberi getirdiklerinde (11/69); يَا بُشْرَى هَـذَا غُلاَمٌ Müjde, işte size bir oğlan çocuğu, dedi (12/19); وَمَا جَعَلَهُ اللّهُ إِلاَّ بُشْرَى Allah onu sırf müjde olsun diye verdi (8/10).
بَشِيرٌ : Mübeşşir, müjdeci, muştucu. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: فَلَمَّا أَن جَاءَ الْبَشِيرُ أَلْقَاهُ عَلَى وَجْهِهِ Müjdeci gelip de gömleği babasının yüzüne sürünce, gözleri açılıverdi (12/96); لَهُمُ الْبُشْرَى فَبَشِّرْ عِبَادِ Onlara müjde vardır. Müjdele kullarımı (39/Zümer 17); وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ Rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi, size rahmetini tattırması, O’nun varlığının delillerindendir (30/46). Yani rüzgar, yağmuru müjdeliyor.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: اِنْقَطَعَ اْلوَحْيُ وَلمَ ْيَبْقَ إِلاَّ اْلمُبَشِّرَاتُ، وَهِيَ الرُّؤْيَا الصَّالِحَةُ، يَرَاهَا الْمُؤْمِنُ أَوْ تُرَى لَهُ Vahiy kesilmiştir artık; mübeşşirattan başkası kalmamıştır. Bunlar da salih rüyalardır; mü’min onları görür ya da birisi onun için görür.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ İşte öylesini bir mağfiret ile müjdele (36/11); فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ Onları acıklı bir azapla müjdele (3/21); بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَاباً أَلِيماً Münafıklara acı bir azabın kendilerini beklediğini müjdele (4/138); وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ Kâfirleri acıklı bir azapla müjdele! (9/3). Müstear olarak kullanılmıştır. Burada “Onların duyabilecekleri en sevindirici haberin uğrayacakları azap olduğuna” dikkatler çekilmektedir.
Yüce Allah’ın şu sözünün de bu anlamda olması mümkündür: قُلْ تَمَتَّعُوا فَإِنَّ مَصِيرَكُمْ إِلَى النَّارِ Onlara de ki: Dünya nimetlerinden elinizden geldiği kadar yararlanın bakalım, çünkü sonunda varacağınız yer cehennem ateşidir (14/30).
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُم بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمَنِ مَثَلاً ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدّاً وَهُوَ كَظِيمٌ Fakat Rahman olan Allah’a isnad ettiği kız evlat kendilerinden birine müjdelenince, o kimsenin yüzü simsiyah kesilir, öfkesinden yutkunup durur (43/17).
Bir “büşra” yani sevindirici haber, müjde buldu anlamında أَبْشَرَ denir. Bu kullanımıyla “bakla denen bitkiyi buldu” anlamındaki أَبْقَلَ ve “bir kuraklık buldu” anlamındaki أَمْحَلَ fiiline benzer.
أَلاََّ تَخَافُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ Onlara: Korkmayın üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin! derler (41/30).
بشّرتِ اْلأَرْضُ : Bir yerin bitkisinin güzel büyümesi.
İbn Mesud’un (r.a.) şu sözü de buradan gelir: مَنْ أَحَبَّ اْلقُرْآنَ فَلْيَبشر Kim Kur’ân’ı seviyorsa, kendini kutlasın. Yani buna sevinsin.
el-Ferra şöyle demiştir: Buradaki فَلْيَبشر fiili şeddeli okunduğunda, بُشْرًى “sevindirici haber, müjde” kökünden, şeddesiz okunduğunda ise, “sürur, sevinç” kökünden gelir. Tıpkı جَبَرْتُهُ فَجَبَرَ kullanımı gibi bu da “Onu sevindirdim, o da sevindi” anlamında بَشَرْتُهُ فَبَشَرَ şeklinde hem geçişli, hem de geçişsiz olarak kullanılır. Sibeveyhi bunun فَأَبْشَرَ olduğunu söylemiştir. İbn Kuteybe ise, bunun “Derinin, sahtiyanın yüzeyini sıyırıp incelttim” anlamındaki بَشَرْتُ اْلأَدِيمَ kullanımından geldiğini söylemiştir. Devamında da bunun “nefsini zayıflatmaya çalışsın” anlamında olduğunu ifade etmiştir. Nitekim şöyle rivayet edilmiştir: إِنَّ وَرَاءَنَا عَقَبَةٌ لاَ يَقْطَعُهَا إِلاَّ الضُّمَّرُ مِنَ الرَّجَالِ : Arkamızda öyle bir akabe, sarp yokuş var ki onu ancak zayıf erkekler katedebilecektir.
تَباَشِيرُ الْوَجْهِ ve بِشْرُهُ : Yüzde beliren, görünen sevinç.
تَباَشِيرُ الصُّبْحِ : Günün başladığı yani ufkun güneşin ilk ışıklarıyla kızardığı tan vaktinin ilk görünen belirtileri, habercileri.
sabahın ilk ortaya çıkan ışıklarıdır.
تَباَشِيرُ النَّخِيلِ : Hurmanın görünen olgunlaşma belirtileri, habercileri.
Mübeşşirin, müjdecinin verdiği habere بُشْرًى ve بِشَارَةٌ ve بُشَارَةٌ denir.
DİĞER BAZI TÜREVLER:
بَشَرَ (geniş zaman يَبْشُرُ mastar isim بَشْرٌ):
بَشَرَ الْجِلْدَ : Deriyi soydu, بَشَرَة (deri)’yi kaldırarak soydu, (üstünde tüy biten yüz, yüzey veya deri)’yi soydu.
بَشَرْتُ الْاَدِيمَ : Ciltten بَشَرَةٌ (deri)’yi kaldırdım, yani derinin üst kısmı.
بَشَرَ الْجَرَادُ الْاَرْضَ : Çekirge sürüsü toprağın üstünde ne varsa hep birlikte yiyip toprağı çıplak bıraktılar.
بَشَرَنِى بِوَجْهٍ حَسَنٍ : Beni güler yüzle karşıladı.
بَشَرَ ve تَبَشَّرَ ve اِسْتَبْشَرَ : Olayın duyurulması üzerine بَشَرَة (deri)’yi (ifadesini) değiştirdi; sevindi veya memnun oldu.
اَبْشَرَ بِمَوْلُودٍ : Yeni doğan bebek haberiyle sevindi.
بَشَّرَهُ (mastar isim تَبْشِيرٌ) ve اَبْشَرَهُ ve اِسْتَبْشَرَهُ : Ona, بَشَرَة (deri)’yii (ifadesini) değiştirecek bir olayın haberini verdi.
اِسْتَبْشَرَ : Müjde edilen şeyle neşelenip sevindi.
اَبْشَرَتِ النَّاقَةُ : Dişi deve hamile kaldı. Bu kelime, iyi veya mutlu haberlerle bağlantılı olarak kullanılagelmiştir, müjde anlamındadır. Ancak bazen kötü haberle bağlantılı olarak da kullanılır veya kullanılabilir. Yani بَشَّرَه ona iyi veya kötü haber verdi, müjdeledi anlamındadır.
بَاشَرَ الْمَرْأَةَ : Onunla dip dibe yattı. İçeri girdi ona doğru ilerledi. مُبَاشَرَةٌ (mastar isim).
بَاشَرَ : Kinaye olarak, cinsi münasebette bulunmak. (Asıl manası dokunmak, temasa geçmektir.).
بَاشَرَهُ النَّعِيمُ : Sefa ona derisine yapışmışçasına iştirak etti.
بَاشَرَ الْاَمْرُ : Meseleyi kendi kendine halletti.
بِشْرٌ : Yüzün gülmesi.
بَشَرٌ : Ademoğlu; insanoğlu; dişi, erkek, tekil, çift ve çoğul olarak kullanılır.
هُوَ بَشَرٌ ve هِىَ بَشَرٌ ve هُمْ بَشَرٌ ve هُمَا بَشَرٌ ve هُنَّ بَشَرٌ : hepsi kullanılır.
اَبُو الْبَشَرِ : İnsanoğlunun babası (Adem as.).
بَشَرَةٌ (eşanlamlısı: بَشَرٌ ) : Kafada saçın çıktığı ya da insan yüzünde veya vücudunda tüy biten dış veya üst deri.
بِشَارَةٌ : Haber, genellikle insanın yüzündeki ifadeyi değiştiren iyi haber, müjde.
بُشْرٰى ve بِشَارَةٌ ve بُشَارَةٌ şu sözcükten: بَشَّرَهُ türeyen öznelerdir.
بَشَارَةٌ : Yüzün güzelliği ve çekiciliği; şeklin veya özelliklerin zerafeti.
بَشِيرٌ (çoğul hali بُشَرَاءُ ile بُشْرٌ) : İyi veya kötü haberi, ancak çoğunlukla iyi haberi veren kişi. Ayrıca, çok hoş; güzel; zarif şekil veya özelliklere sahip anlamına gelir.
بَشِيرَةٌ (çoğul hali بَشَائِرُ) : Güzel bir kadın; terbiyeli dişi deve.
بَشَّرَ : Müjdeledi. (İsmi faili: مُبَشِّرٌ)
اَبْشَرَ : Verilen müjdeye sevinmek.