KÖK HARFLER: ص ب ح
ANLAM:
صَبَحَ: (İnsanlara) sabahleyin gelmek, onlara sabahleyin saldırmak.
صَبِحَ : Zeki olmak.
صَبُحَ : Güzel, zarif, alımlı olmak.
AÇIKLAMA:
xx
DİĞER BAZI TÜREVLER:
صَبَحَ (geniş zaman يَصْبَحُ mastar isim صَبْحٌ):
صَبَحَ الْقَوْمَ : İnsanlara sabahleyin geldi ya da onlara sabahleyin saldırdı.
صَبَحَ الْاِبِلَ : Develeri sabahleyin suladı.
صَبَحَهُ صَبُوحًا : Ona sabah bir süt veya şarap içimi verdi.
صَبِحَ (geniş zaman يَصْبَحُ ) : Zekiydi ya da o hale geldi.
صَبُحَ (mastar isim صَبَاحَةٌ ) : Güzel veya zarifti ya da o hale geldi.
صَبِيحٌ : Güzel, alımlı.
صَبَاحَةٌ : Güzellik.
صَبَّحَهُ : Ona sabahleyin geldi.
صَبَّحَ الْقَوْمَ الْمَاءَ : Onları sabahleyin suya getirene kadar o insanlarla geceleyin seyahat etti.
صَبَّحَنِى فُلَانٌ اَلْحَقَّ : Böyle biri bana hakikatı açıkladı.
صَبَّحَ الرَّجُلَ : O adama iyi bir sabah diledi.
صَبَّحَكَ اللّٰهُ بِخَيْرٍ : Allah’a (c.c.), sabahı mutlu olsun diye dua etti.
اَصْبَحَ : Sabah vaktine girdi.
اَصْبَحَ gecenin en son diliminde uykudan uyandı, manasına da gelmektedir. O kişi veya şey sabahleyin oldu, manasına da gelmektedir.
سُبْحَانَ اللّٰهِ حِينَ تُمْسُونَ وَ حِينَ تُصْبِحُونَ : Akşama ve sabaha girerken Allah’ı (c.c.) hamdedin.
اَصْبَحَ عَالِمًا : Bilgili oldu.
صُبْحٌ ve صَبَاحٌ ve صَبِيحَةٌ (çoğul hali اَصْبَاحٌ ) : Şafak veya seher veya günün ilk kısmı.
اَلصُّبْحُ hakikat, açık veya belli bir şey veya durum, manasına da gelmektedir.
اُمُّ الصُّبْحِ : Mekke’nin adlarından biri.
مُصْبِحٌ : Sabaha giren.
صَبَاحٌ (şu sözcüğün zıttı: مَسَاءٌ ) : Sabah veya güneşin doğuşundan öğlene kadar olan zaman, öğle öncesi, ya da bazılarına göre, geceyarısından öğlene kadar olan zaman.
اٰتَيْتُهُ صَبَاحًا وَ مَسَاءً : Akşamleyin ve sabahleyin ona geldim.
يَوْمُ الصَّبَاحِ : Düşmanın talancı istila günü. Araplar, düşman saldırısına hazır olmak için kabilelerini uyarmak durumunda kaldıklarında, yani düşman üzerlerine geldiğinde ve insanlarını uyarmak durumunda kaldıklarında, şöyle derler يَا صَبَاحَاهُ yani düşman çoktan saldırdı, bu yüzden kendinizi saldırılarına karşı koymaya hazırlayın.
مِصْبَاحٌ (çoğul hali مَصَابِيحُ ) : Bir kandil veya onun yakılmış fitili (eşanlamlısı: سَرَاجٌ); şu şekilde adlandırılan geniş bir içme kabı: قَدَح
مِصْبَاحٌ geniş mızrak ucu, manasına da gelmektedir.
مَصَابِيحُ النُّجُومِ : Seyyahlara yol gösteren işaretler olan yıldızlar.
الاِصْبَاحُ : Fecir vakti yahut gündüzün başlangıcı (sabah).
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
| Tür | Adet | Anlam | Örnek | Açıklama |
صَبَّحَ | fiil-II | 1 | Sabahleyin vardı, sabah erişti | 54/38 |
|
أَصْبَحَ | fiil-IV | 28 | Sabahladı, oldu | 29/37 |
|
صَبَاحٌ | isim | 1 | Sabah, sabah namazının girdiği vakit | 37/177 |
|
صُبْحٌ | isim | 5 | Sabah | 11/81 |
|
إِصْبَاحٌ | isim | 1 | Fecir vakti yahut gündüzün başlangıcı | 6/96 |
|
مِصْبَاحٌ | isim | 4 | Lamba | 24/35 | Çoğul: مَصَابِيحُ |
مُصْبِحٌ | isim | 5 | Sabahlayan | 15/66 |
|
| Toplam | 45 |
|
|
|
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Kök Harflerinin Yer Değişimi
Mahreci Benzeyen Kökler
Benzer Manada Kelimeler
- صَبُحَ
- صُبْحٌ
- صَبَاحٌ
Zıt Manada Kelimeler
- صَبُحَ
- قَبُحَ > bak: ق ب ح
- بَشِعَ
- شَنُعَ
- صُبْحٌ
- صَبَاحٌ
AÇIKLAMA:
HÜSN ve KASÂMET ve VESÂMET ve BEHCET ve SABAHAT ve MELÂHAT kelimeleri arasındaki fark
( ح س ن – ق س م – و س م – ب ه ج – ص ب ح – م ل ح )
Kasâmet, “yüz hatlarını ve bir kısmı diğer kısmı ile orantılı uzuvları da kapsayan bir güzelliktir. Hüsn ise, bütünde ve ayrıntıda olduğu gibi, fiillerde ve ahlakta da olur. Oysa kasâmet, sadece şekillerde söz konusudur.
Vesâmet, “bakan tarafından görülen ve tevessüm (teemmül) anında artan güzelliktir. Bir şey teemmül edildiğinde, tevessemtuhû (onu düşündüm) ifadesi kullanılır. Vesâmet, hüsn’den daha beliğdir. Çünkü güzel bir şeye tekrar tekrar bakıldığında ve onun hakkında tevessüm (teemmül) artırıldığında ondaki güzellik eksilir. Vesîm, “bakıldıkça güzelliği artan” anlamına gelir.
Behcet, “kalbe ferahlık veren güzellik”tir. Behcet’in asıl anlamı sürûrdur. İbtehece “sevindi” anlamına gelir. “Gönle sevinç katan güzellik” behcet diye isimlendirilmiştir. Behcet, bir şeyin renginin ve parlaklığının güzelliğidir.
Sabahat, “yüzün ışık saçması ve görünümün berrak olması”dır. “Demir vs. kıvılcımı” anlamına gelen “sabah” kelimesinden alınmıştır. Sabaha sabah denilmesi, ışık saçması sebebiyledir.
Melâhat ise, “ayrıntıda güzel olmasa bile, genel olarak tatlılıkla vasıflanan şey”dir.
(Farklar Sözlüğü 387) Bknz: ( ح س ن – ق س م – و س م – ب ه ج – م ل ح )
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
Subh | صُبْح | Sabah vakti. |
|
Subhî | صُبْحِى | Sabah vakti, şafak ile ilgili. |
|
Sabâh | صَبَاح | Sabah. |
|
Sabâhat | صَبَاحَة | Güzellik; yüz güzelliği. |
|
Misbâh | مِصْبَاح | Lamba. | Çoğulu: Mesâbih |
Masbah | مَصْبَح | Tulu mahalli. Tulu vakti. |
|
Isbâh | إِصْبَاح | Seher vakti. Sabah vakti. |
|
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
صَبَّحَ : Fiil-II.
54:38 | وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ |
Diyanet Meali: | Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi. * |
أَصْبَحَ : Fiil-IV.
3:103 | فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا |
Diyanet Meali: | O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. |
5:30 | فَقَتَلَهُ فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ |
Diyanet Meali: | Onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. |
5:31 | فَأُوَارِيَ سَوْءَةَ أَخِي فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ |
Diyanet Meali: | “(Şu karga kadar olup da) kardeşimin cesedini örtmekten (âciz miyim ben?” dedi). Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu. |
5:52 | فَيُصْبِحُوا عَلَىٰ مَا أَسَرُّوا فِي أَنْفُسِهِمْ نَادِمِينَ |
Diyanet Meali: | Onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar. |
5:53 | حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَأَصْبَحُوا خَاسِرِينَ |
Diyanet Meali: | Bunların çabaları boşa çıkmıştır. Böylece ziyan edenler olmuşlardır. |
5:102 | قَدْ سَأَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ أَصْبَحُوا بِهَا كَافِرِينَ |
Diyanet Meali: | Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kâfir oldu. * |
7:78 | فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ |
Diyanet Meali: | Derken, onları o kuvvetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar. * |
7:91 | فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ |
Diyanet Meali: | Derken, onları o korkunç sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar. * |
11:67 | وَأَخَذَ الَّذِينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ |
Diyanet Meali: | Zulmedenleri o korkunç uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar. * |
11:94 | وَأَخَذَتِ الَّذِينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ |
Diyanet Meali: | Zulmedenleri ise o korkunç (uğultulu) ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar. |
18:40 | وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِنَ السَّمَاءِ فَتُصْبِحَ صَعِيدًا زَلَقًا |
Diyanet Meali: | “Seninkinin üzerine de gökten bir afet indirir de bağ kupkuru ve yalçın bir toprak hâline geliverir.” |
18:41 | أَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا غَوْرًا فَلَنْ تَسْتَطِيعَ لَهُ طَلَبًا |
Diyanet Meali: | “Ya da suyu çekiliverir de (bırak bir daha bulmayı) artık onu arayamazsın bile.” * |
18:42 | وَأُحِيطَ بِثَمَرِهِ فَأَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلَىٰ مَا أَنْفَقَ فِيهَا |
Diyanet Meali: | Derken bütün serveti helâk edildi. (Bağına) yaptığı harcamalar karşısında ellerini oğuşturuyordu. |
18:45 | فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ فَأَصْبَحَ هَشِيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ |
Diyanet Meali: | Onun (yağmurun) sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. |
22:63 | أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَتُصْبِحُ الْأَرْضُ مُخْضَرَّةً |
Diyanet Meali: | Allah’ın gökten yağmur indirdiği, böylece yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmedin mi? |
23:40 | قَالَ عَمَّا قَلِيلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِمِينَ |
Diyanet Meali: | Allah, “Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!” dedi. * |
26:157 | فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ |
Diyanet Meali: | Derken onu kestiler, fakat pişman oldular. * |
28:10 | وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَىٰ فَارِغًا |
Diyanet Meali: | Mûsâ’nın anasının kalbi bomboş kaldı. |
28:18 | فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفًا يَتَرَقَّبُ |
Diyanet Meali: | Korkarak, etrafı gözetleyerek şehirde sabahladı. |
28:82 | وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ |
Diyanet Meali: | Daha dün onun yerinde olmayı arzu edenler, “Vay! Demek ki Allah, kullarından dilediği kimselere rızkı bol verirmiş” demeye başladılar. |
29:37 | فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ |
Diyanet Meali: | Kavmi, onu yalanladı. Bunun üzerine kendilerini o malum sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar. * |
30:17 | فَسُبْحَانَ اللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ |
Diyanet Meali: | Öyle ise akşama girdiğinizde, sabaha kavuştuğunuzda, Allah’ı tespih edin. * |
41:23 | ظَنُّكُمُ الَّذِي ظَنَنْتُمْ بِرَبِّكُمْ أَرْدَاكُمْ فَأَصْبَحْتُمْ مِنَ الْخَاسِرِينَ |
Diyanet Meali: | “İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O, sizi mahvetti de ziyâna uğrayanlardan oldunuz.” * |
46:25 | تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِأَمْرِ رَبِّهَا فَأَصْبَحُوا لَا يُرَىٰ إِلَّا مَسَاكِنُهُمْ |
Diyanet Meali: | “O, Rabbimin emriyle her şeyi yerle bir eder.” Derken evlerinden başka hiçbir şeyleri görünmez hâle geldiler. |
49:6 | فَتُصْبِحُوا عَلَىٰ مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ |
Diyanet Meali: | Sonra yaptığınıza pişman olursunuz. |
61:14 | فَأَيَّدْنَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَىٰ عَدُوِّهِمْ فَأَصْبَحُوا ظَاهِرِينَ |
Diyanet Meali: | Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler. |
67:30 | قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَصْبَحَ مَاؤُكُمْ غَوْرًا فَمَنْ يَأْتِيكُمْ بِمَاءٍ مَعِينٍ |
Diyanet Meali: | De ki: “Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akar su getirir?” * |
68:20 | فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ |
Diyanet Meali: | Böylece bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü. * |
صَبَاحٌ : İsim.
37:177 | فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ |
Diyanet Meali: | Fakat azabımız onların yurtlarına indiğinde, o uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur! * |
صُبْحٌ : İsim.
11:81 | إِنَّهُ مُصِيبُهَا مَا أَصَابَهُمْ إِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُ |
Diyanet Meali: | “Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma zamanı sabahtır.” |
11:81 | أَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَرِيبٍ |
Diyanet Meali: | “Sabah yakın değil midir?!” |
74:34 | وَالصُّبْحِ إِذَا أَسْفَرَ |
Diyanet Meali: | Aydınlandığında sabaha andolsun.. |
81:18 | وَالصُّبْحِ إِذَا تَنَفَّسَ |
Diyanet Meali: | Andolsun, aydınlandığı zaman sabaha ki… * |
100:3 | فَالْمُغِيرَاتِ صُبْحًا |
Diyanet Meali: | Sabah erkenden baskın yapan (atlara) andolsun ki… * |
إِصْبَاحٌ : İsim. Masdar. İf’âl Bâbı (IV. Bâb).
6:96 | فَالِقُ الْإِصْبَاحِ وَجَعَلَ اللَّيْلَ سَكَنًا |
Diyanet Meali: | O, karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı kıldı. |
مِصْبَاحٌ : İsim. Çoğulu: مَصَابِيحُ
24:35 | مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ |
Diyanet Meali: | O’nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. |
24:35 | الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ |
Diyanet Meali: | O lamba kristal bir fanus içindedir. |
41:12 | وَزَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا |
Diyanet Meali: | En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. |
67:5 | وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ |
Diyanet Meali: | Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık. |
مُصْبِحِينَ : İsim. İsm-i Fâil. İf’âl Bâbı (IV. Bâb). Çoğul. Nasb / Cerr Hali. Tekili: مُصْبِحٌ
15:66 | أَنَّ دَابِرَ هَٰؤُلَاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِحِينَ |
Diyanet Meali: | “Sabaha çıkarken onların sonu kesilmiş olacak.” |
15:83 | فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ |
Diyanet Meali: | Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç uğultulu ses yakalayıverdi. * |
37:137 | وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِحِينَ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah (akşam) onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz. * |
68:17 | إِذْ أَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ |
Diyanet Meali: | Hani sabah erkenden (fakirler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi. |
68:21 | فَتَنَادَوْا مُصْبِحِينَ |
Diyanet Meali: | Derken, sabahleyin birbirlerine seslendiler. |