KÖK HARFLER: ح س ر
ANLAM:
حَسَرَ : (Göz) yorulmak, bulanıklaşmak donuklaşmak.
AÇIKLAMA:
حَسْرٌ : Üzerindeki onu örten veya gizleyen şeyi üzerinden alarak veya sıyırarak, giyilmiş veya örtülmüş bir nesneyi açığa çıkarmak. Mesela “Üstündeki elbiseyi alıp veya sıyırıp ön kolu açığa çıkardım” anlamında حَسَرْتُ عَنِ الذِّرَاعِ denir.
حَاسِرٌ : Üzerinde ne zırh ve ne de miğfer bulunan adam.
مِحْسَرَةٌ : Süpürge.
فُلاَنٌ كَرِيمُ الْمَحْسَرِ : Buradaki مَحْسِرٌ kelimesi, “kişinin dahili, özdeki durumundan” kinayedir.
نَاقَةٌ حَسِيرٌ : Çok yolculuk yapmasından dolayı kendisinden etin ve kuvvetin, gücün sıyrılıp uzaklaştığı bitkin dişi deve. Çoğulu نُوقٌ حَسْرَى şeklinde gelir.
حَاسِرٌ : Yorgun, bitkin düşmüş olan. Kuvvetinin, gücünün sıyrılıp gitmesinden dolayı böyle adlandırılmıştır. “Yorgun, bitkin düşmüş olana” حَاسِرٌ da denir, مَحْسُورٌ da. “Onun bizatihi kendi kendinin gücünü sıyırıp götürdüğü düşünüldüğünde, kendisi faili olarak düşünülüp حَاسِرٌ denir. Ama “yorgunluğun onun gücünü sıyırıp götürdüğü” düşünüldüğünde ise, mef’ul olarak düşünülüp مَحْسُورٌ denir. Yüce Allah’ın şu sözüne gelince: يَنْقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِأً وَهُوَ حَسِيرٌ Göz aradığı kusuru bulmaktan umudu kesmiş yorgun ve bitkin bir hâlde sana döner (67/4). Buradaki حَسِيرٌ kelimesi حَاسِرٌ anlamında da olabilir مَحْسُورٌ anlamında da. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً Kınanmış ve eli boş kalmış bir hâlde oturuverirsin (17/29).
حَسْرَةٌ : Artık geri getirilemez ya da ulaşılamaz şekilde elden kaçıp gitmiş bir şey için üzüntü duymak, kederlenmek, teessüf etmek, pişmanlık duymak ya da üzüntü, keder, teessüf, pişmanlık. Bununla sanki o kişinin
- Yaptığı yanlışa kendisini sürükleyen bilgisizlik perdesinin kendisinden sıyrılıp (اِنْحَسَرَ) gerçeği gördüğü,
- Veya aşırı üzüntü duymasından, kederlenmesinden dolayı gücünün kendisinden sıyrılıp gitmiş (اِنْحَسَرَ) olduğu,
- Ya da elinden gideni telafi etmeye çalışırken yorgun, bitkin düştüğü söylenmek istenir.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: لِيَجْعَلَ لَهُ ذَلِكَ حَسْرَةً فِي قُلُوبِهِمْ Allah bunu kalplerinde bir hasret olarak bıraksın diye (3/156); وَإِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْكَافِرِينَ Doğrusu o (Kur’ân) kâfirler için bir üzüntüdür (69/50); يَا حَسْرَتَى علَى مَا فَرَّطْتُ فِي جَنْبِ للهِ …eyvah, Allah yanında yaptığım eksiklikten dolayı hasretime bak (39/56); كَذَلِكَ يُرِيهِمُ اللهُ أعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını hayıflanmalar (üzerlerine yığılmış hasretler) biçiminde gösterir (2/167); يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِِبَادِ Yazıklar olsun (hasret olsun) şu kullara (36/30).
Yüce Allah’ın melekleri vasfetmek için söylediği şu sözüne gelince: لاَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَلاَ يَسْتَحْسِرُونَ O’nun katındakiler hiçbir büyüklük kompleksine kapılmaksızın ve hiç bıkmaksızın O’na ibâdet ederler (21/19); buradaki لاَ يَسْتَحْسِرُونَ sözü senin لاَ يَحْسِرُونَ demenden daha beliğdir. (Müfredât)
DİĞER BAZI TÜREVLER:
حَسَرَ (geniş zaman يَحْسُرُ ve يَحْسِرُ mastar ismi حَسْرٌ ve حُسُورٌ) ve حَسِرَ (geniş zaman يَحْسَرُ mastar ismi حَسْرٌ ve حَسْرَةٌ):
حَسَرَ الْبَصَرُ (geniş zaman يَحْسُرُ ve يَحْسِرُ mastar ismi حُسُورٌ): Göz yoruldu ve bulanıklaştı ve donuklaştı.
حَسَرَ الشَّىْءُ : O şey açığa çıktı.
حَسَرَ الْمَاءُ : Su alçaldı ve ortadan kayboldu; suyun seviyesi azaldı ya da çekildi.
حُسِرَتِ الدَّابَّةُ : Hayvan yoruldu ya da yorgun düştü, bu sebepten olduğu yerde kaldı. (mastar ismi حَسْرٌ).
حَسَرَ ve حَسِرَ ve اِسْتَحْسَرَ : Yoruldu, yorgun düştü, çok yoruldu ya da (hayvan) yorgunluktan yere yığıldı.
اِسْتَحْسَرَ : Yorgundu ve kendini bitkin hissetti.
اُدْعُوا اللّٰهَ وَلَا تَسْتَحْسِرُوا : Allah’a (c.c.) dua et ve bitap olma ya da kendini bitap veya yorgun hissetme.
حَسِرَ عَلَيْهِ (mastar ismi حَسْرَةٌ) : O şey için veya o şeye üzüldü; o şey için pişmanlık duydu; o şeyden ötürü üzgün, kederli ya da pişman hissetti ya da bunu gösterdi.
حَسْرَةٌ : Üzüntü veya pişmanlık; yoğun bir matem ya da acının veya üzüntünün veya hüznün dışarı vurulması. (çoğul hali: حَسَرَاتٌ).
يَا حَسْرَتَا عَلَيْهِ : O şey için duyduğum üzüntü veya pişmanlık için vah bana.
حَسَرَهُ عَنْ شَىْءٍ : O şeyi aldı, kapladığı şeyin üzerinden onu çekip aldı.
حَسَرَتِ الْجَارِيَةُ خِمَارَهَا عَنْ وَجْهِهَا : Kız, yüzündeki örtüyü çıkardı.
حَسَرَ الدَّابَّةَ : Hayvan yoruluncaya kadar binmeye devam etti.
حَسِيرٌ : Yorgun, yorgun düşmüş ya da çok yorulmuş; bulanık, donuk ya da körelmiş ve zayıflayan görüş; birinin kaçırdığı bir şey için üzülmesi veya pişmanlık duyması veya aşırı derecede üzülmesi.
مَحْسُورٌ (ismi meful): Çıkarılmış; ötelenmiş; soyulmuş; sahip olduğu her şeyi vermiş, bu yüzden hiçbir şeyi kalmamış bir insan; yorgun düşmüş; bitap; üzülen ya da pişman olan (eş anlamlısı: حَسِير).
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
| Tür | Adet | Anlam | Örnek | Açıklama |
اِسْتَحْسَرَ | fiil-X | 1 | Yorgun ve bitkin hale geldi | 21/19 |
|
حَسِيرٌ | isim | 1 | Yorgun, bitkin | 67/4 |
|
مَحْسُورٌ | isim | 1 | Kesilen, yarı yolda kalan, açıkta kalan | 17/29 |
|
حَسْرَةٌ | isim | 8 | Şiddetli pişmanlık, hasret | 35/8 | Çoğul: حَسَرَاتٌ |
حَسْرَتَى | isim | 1 | “Yazık! Çok yazık!” | 39/56 | يَا حَسْرَةً |
| Toplam | 12 |
|
|
|
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Kök Harflerinin Yer Değişimi
Mahreci Benzeyen Kökler
Benzer Manada Kelimeler
- حَاسِرٌ / حَسِىرٌ
- مَكْشُوفٌ > bak: ك ش ف
- حَسِيرٌ (a)
- حَسِيرٌ (b)
- حَسْرَةٌ
Zıt Manada Kelimeler
- حَاسِرٌ / حَسِىرٌ
- مُغَطَّى > bak: غ ط و
- حَسْرَةٌ
AÇIKLAMA:
HEMM ve GAMM ve HÜZN ve KERB ve HASRET ve ESEF ve BESS kelimeleri arasındaki fark
( ه م م – غ م م – ح ز ن – ك ر ب – ح س ر – أ س ف – ب س س )
Hemm, “istenmeyeni ortadan kaldırma ve arzu edileni elde etme düşüncesi”dir. Onda gamm manası yoktur. Bir arkadaşa, ihtemme fî hâcetî (benim ihtiyacımı karşıla) denir. Gamm kelimesi bu anlamda kullanılmaz.
Gamm, “kalbin kendisi ile kasılıp daraldığı şey”dir. Ya gerçekleşmiş veya gerçekleşmekte olan veya gerçekleşeceği vehmedilen bir zarar sebebiyle olur.
Hüzn, “gamm’ın yoğunlaşması ve ağırlaşması”dır. “Son derece sert ve katı arazi” anlamına gelen arzu’l hazn sözünden alınmıştır.
Kerb, “gamm’ın göğse darlık verecek şekilde yoğunlaşması”dır. Bu nedenle çok sıcak bir gün için, yevmun kerbun (iç daraltıcı gün), yani “onda bulunanların daraldığı gün” denilir.
Hasret, “herhangi bir faydanın yitirilmesi sebebiyle yenilenen gamm”dır. Fakat her gamm, “hasret” değildir.
Esef, “beraberinde gazap veya gayz olan hasret”tir. Âsif (esef eden), “gazap eden ve yanıp yakılan”dır.
Bess, “üzüntünün yayıldığını ve gizlenmediğini” ifade eder. Kelime, birine sırrını açıkladığında söylenen, ebsestuhû mâ ‘indî ve besestuhû (ona sırrımı açıkladım) sözünden alınmıştır. Kelimenin aslı, “dağınıklığın çokluğu”dur. Karia suresindeki mebsûs (darmadağınık) pervaneler gibi ayeti bu anlamdadır. (Farklar Sözlüğü 396) Bknz: ( ه م م – غ م م – ح ز ن – ك ر ب – أ س ف – ب س س )
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
Hasret | حَسـرٓة | 1: Özlem 2: Ele geçirilemeyen veya elden kaçırılan bir nimete veya kıymetli şeye üzülüp yanmak. 3: İç çekme, inleme, üzüntü, iç sıkıntısı, keder, zahmet, eseflenme, özleyiş. |
|
Hasîr | حَسِير | Hasret çeken. Yorgun. Feri gitmiş, donuklaşmış göz. |
|
Hâsir | حَاسِر | Kendini koruyamayan. Silahsız. Hasret çeken. Meramına nail olamayan. Yorgun. | Çoğul: Hussâr |
Mahsûr | مَحْسُور | Fersiz göz. Yorulmuş. |
|
Tahsîr | تَحْسِير | Hasret bırakma, bırakılma. Hasret etme, edilme. |
|
Muhasser | مُحَسَّر | Hasret kalmış, tahsir olunmuş. |
|
Tahassür | تَحَسُّر | Kavuşmak istenen şey veya kimse için üzülme, özlem. |
|
Mütehassir | مُتَحَسِّر | Hasret çeken, özleyen. |
|
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
اِسْتَحْسَرَ : Fiil-X.
21:19 | وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَ |
Diyanet Meali: | Göklerde ve yerde kim varsa hep O’nundur. O’nun katındakiler, ne O’na ibadetten çekinir (ve büyüklenir) ne de yorgunluk (ve bıkkınlık) duyarlar. |
حَسِيرٌ : İsim.
67:4 | ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئًا وَهُوَ حَسِيرٌ |
Diyanet Meali: | Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir. * |
مَحْسُورٌ : İsim. İsm-i Mef’ûl.
17:29 | وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا |
Diyanet Meali: | Büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın. |
حَسْرَةٌ : İsim. Çoğulu: حَسَرَاتٌ
2:167 | كَذَٰلِكَ يُرِيهِمُ اللَّهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ |
Diyanet Meali: | Böylece Allah, onlara işledikleri fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterir. |
3:156 | لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُوا لِيَجْعَلَ اللَّهُ ذَٰلِكَ حَسْرَةً فِي قُلُوبِهِمْ |
Diyanet Meali: | “Onlar bizim yanımızda olsalardı, ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi” (diyen inkârcılar gibi olmayın). Allah, bunu (bu düşünceyi) onların kalplerine bir hasret (yarası) olarak koydu. |
6:31 | حَتَّىٰ إِذَا جَاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلَىٰ مَا فَرَّطْنَا فِيهَا |
Diyanet Meali: | Nihayet onlara ansızın o saat (kıyamet) gelip çatınca, “Hayatta yaptığımız kusurlardan ötürü vay hâlimize!” diyecekler. |
8:36 | فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ |
Diyanet Meali: | (Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını Allah yolundan alıkoymak için) harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da yenilgiye uğrayacaklardır. |
19:39 | وَأَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ إِذْ قُضِيَ الْأَمْرُ |
Diyanet Meali: | Onları, işin bitirileceği o pişmanlık günüyle uyar. |
35:8 | فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ |
Diyanet Meali: | Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helâk etme! |
36:30 | يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ |
Diyanet Meali: | Yazık o kullara! Kendilerine bir peygamber gelmezdi ki, onunla alay ediyor olmasınlar. * |
69:50 | وَإِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْكَافِرِينَ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz Kur’an, kâfirler için mutlaka bir pişmanlık sebebidir. * |
حَسْرَتَى : İsim.
39:56 | أَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتَا عَلَىٰ مَا فَرَّطْتُ فِي جَنْبِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Kişi, “Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime!” demesin. |