KÖK HARFLER: ظ ن ن
ANLAM:
ظَنَّ:
- Düşünmek, farzetmek, varsayımda bulunmak, zanda bulunmak; şüphe etmek.
- Bilmek, emin olmak.
AÇIKLAMA:
xx
DİĞER BAZI TÜREVLER:
ظَنَّ (geniş zaman يَظُنُّ mastar isim ظَنٌّ): Düşündü, farzetti, varsayımda bulundu, zanda bulundu; şüphe etti; biliyordu ya da emindi.
ظَنَنْتُهُ : Ondan şüphelendim; onun hakkında kötü zanda bulundum.
ظَنٌّ : Şüphe, bilgi; kesinlik; fikir; düşünce; varsayım veya zan; durumun tersi de olabileceğini kabul etmek suretiyle baskın inanç (veya kuvvetli varsayım); bir işaret, nişan veya simgeden yapılan bir çıkarım, şayet kuvvetli olan bilgiye götürüyor ve zayıf olan vehmin (وَهْمٌ) sınırına yaklaşmıyorsa. Şüphe veya kötü zan, manasına da gelmektedir. (çoğul hali ظُنُونٌ ).
سَاءَ ظَنُّهُ بِفُلَانٍ : Falanca birine dair fikri kötüydü.
اَلظَّنَّانُ وَ الظَّنُونُ : Herkes hakkında kötü zanda bulunan bir kimse.
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
| Tür | Adet | Anlam | Örnek |
ظَنَّ | fiil-I | 47 | Sandı, zannetti, yakin hasıl etti, tevehhüm etti | 48/12 |
ظَنٌّ | isim | 21 | Sanmak, zannetmek | 10/36 |
ظَانٌّ | isim | 1 | Zanneden, tevehhüm eden | 48/6 |
| Toplam | 69 |
|
|
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Benzer Manada Kelimeler
- ظَنَّ
- ظَنٌّ
- ظَنَّانٌ
- ظِنَّةٌ
- تُهْمَةٌ
- ظَنِّيٌّ
- مَظَنَّةٌ
Zıt Manada Kelimeler
- ظَنَّ
- ظَنٌّ
- ظَنِّيٌّ
- مَظَنَّةٌ
AÇIKLAMA
ZANN ile CEHL kelimeleri arasındaki fark
( ج ه ل – ظ ن ن )
Câhil, kendisini âlim suretinde tasavvur eder, her ne kadar kendi kendisini teskin edemediğinden içinde bulunduğu durum ona ıztırap veriyorsa da, onun itikadının aksi imkansızdır. Oysa zann sahibi böyle değildir. (Farklar Sözlüğü 129) Bknz: ( ج ه ل )
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
Zann | ظَنّ | Sanma, sanı, sezme. Şüphe, işkil. | Çoğulu: Zunûn |
Zânn | ظَانّ | Zanneden. |
|
Zanîn | ظَنِين | Töhmetli, suçlu adam. |
|
Zannûn | ظَنُّون | Tedbirsiz. |
|
Maznûn | مَظْنُون | Zannolunmuş. Zan altında bulunan, kendisinden şüphe edilen. |
|
Tazannün | تَظَنُّن | Sanma, zan ile iş görme, delilsiz hükmetme. |
|
Mütezannî | مُتَظَنِّى | Zan ile iş gören. |
|
Sû-i zann: Kötü zanna sahib olma, başkasının hareketini kötü zannetme.
Hüsn-ü zann: Bir kimsenin veya bir hadisenin iyiliği hakkındaki vicdani ve iyi kanaat. İyi fikirde bulunup, iyi olacağını düşünmek.
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
ظَنَّ : Fiil-I.
2:46 | الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو رَبِّهِمْ وَأَنَّهُمْ إِلَيْهِ رَاجِعُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi bilirler. * |
2:78 | لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ إِلَّا أَمَانِيَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ |
Diyanet Meali: | Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Onların bütün bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar sadece zanda bulunurlar. |
2:230 | فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَنْ يَتَرَاجَعَا إِنْ ظَنَّا أَنْ يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur. |
2:249 | قَالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو اللَّهِ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır.” |
3:154 | يَظُنُّونَ بِاللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ |
Diyanet Meali: | Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlardı. |
7:66 | إِنَّا لَنَرَاكَ فِي سَفَاهَةٍ وَإِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِبِينَ |
Diyanet Meali: | “Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı içinde görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz.” |
7:171 | وَإِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَأَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّوا أَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْ |
Diyanet Meali: | Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı. |
9:118 | وَظَنُّوا أَنْ لَا مَلْجَأَ مِنَ اللَّهِ إِلَّا إِلَيْهِ |
Diyanet Meali: | Böylece Allah'(ın azabın)dan yine O’na sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. |
10:22 | وَجَاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ أُحِيطَ بِهِمْ |
Diyanet Meali: | Ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlayınca… |
10:24 | وَظَنَّ أَهْلُهَا أَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَا أَتَاهَا أَمْرُنَا |
Diyanet Meali: | (Nihayet yeryüzü o bitkilerle bütün zinet ve güzelliklerini alıp süslendiği) ve sahipleri de onun üzerine (her türlü tasarrufa) kadir olduklarını sandıkları bir sırada, (geceleyin veya güpegündüz ansızın) ona emrimiz (afetimiz) geliverir… |
11:27 | وَمَا نَرَىٰ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ |
Diyanet Meali: | “Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz.” |
12:42 | وَقَالَ لِلَّذِي ظَنَّ أَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْنِي عِنْدَ رَبِّكَ |
Diyanet Meali: | Yûsuf, onlardan kurtulacağını düşündüğü kişiye, “Efendinin yanında beni an”, dedi. |
12:110 | وَظَنُّوا أَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَاءَهُمْ نَصْرُنَا |
Diyanet Meali: | (Nihayet peygamberler ümitlerini kesecek hâle gelip) yalanlandıklarını düşündükleri sırada, onlara yardımımız geldi… |
17:52 | وَتَظُنُّونَ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا |
Diyanet Meali: | Ve (kabirlerinizde) pek az kaldığınızı sanacağınız (günü hatırla)! |
17:101 | فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ إِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا مُوسَىٰ مَسْحُورًا |
Diyanet Meali: | Ve Firavun da ona, “Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!” demişti. |
17:102 | وَإِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُورًا |
Diyanet Meali: | “Ey Firavun, ben de seni kesinlikle helâk olmuş bir kişi olarak görüyorum.” |
18:35 | قَالَ مَا أَظُنُّ أَنْ تَبِيدَ هَٰذِهِ أَبَدًا |
Diyanet Meali: | Şöyle dedi: “Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum.” |
18:36 | وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِنْ رُدِدْتُ إِلَىٰ رَبِّي لَأَجِدَنَّ خَيْرًا مِنْهَا مُنْقَلَبًا |
Diyanet Meali: | “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülsem bile andolsun bundan daha iyi bir sonuç bulurum.” * |
18:53 | وَرَأَى الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّوا أَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا |
Diyanet Meali: | Suçlular (o gün) ateşi görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar… |
21:87 | وَذَا النُّونِ إِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ |
Diyanet Meali: | Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. |
22:15 | مَنْ كَانَ يَظُنُّ أَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاءِ |
Diyanet Meali: | Her kim ona (Muhammed’e) Allah’ın dünyada ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa hemen tavana bir ip çeksin… |
24:12 | لَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِأَنْفُسِهِمْ خَيْرًا |
Diyanet Meali: | Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, (“Bu, apaçık bir iftiradır” deselerdi ya)! |
26:186 | وَمَا أَنْتَ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَإِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ |
Diyanet Meali: | “Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.” * |
28:38 | لَعَلِّي أَطَّلِعُ إِلَىٰ إِلَٰهِ مُوسَىٰ وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِبِينَ |
Diyanet Meali: | “Belki Mûsâ’nın ilâhına çıkar bakarım(!) Şüphesiz ben onun mutlaka yalancılardan olduğunu sanıyorum.” |
28:39 | وَظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ |
Diyanet Meali: | Ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. |
33:10 | وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللَّهِ الظُّنُونَا |
Diyanet Meali: | Ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah’a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. |
38:24 | وَظَنَّ دَاوُودُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ |
Diyanet Meali: | Dâvûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi. |
40:37 | فَأَطَّلِعَ إِلَىٰ إِلَٰهِ مُوسَىٰ وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ كَاذِبًا |
Diyanet Meali: | “(Belki yollara, göklerin yollarına erişirim de) Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum.” |
41:22 | وَلَٰكِنْ ظَنَنْتُمْ أَنَّ اللَّهَ لَا يَعْلَمُ كَثِيرًا مِمَّا تَعْمَلُونَ |
Diyanet Meali: | “Lâkin, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.” |
41:23 | وَذَٰلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذِي ظَنَنْتُمْ بِرَبِّكُمْ أَرْدَاكُمْ |
Diyanet Meali: | “İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O, sizi mahvetti de (ziyâna uğrayanlardan oldunuz).” |
41:48 | وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَحِيصٍ |
Diyanet Meali: | Kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır. |
41:50 | وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِنْ رُجِعْتُ إِلَىٰ رَبِّي إِنَّ لِي عِنْدَهُ لَلْحُسْنَىٰ |
Diyanet Meali: | “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Andolsun, Rabbime döndürülürsem, şüphesiz O’nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır.” |
45:24 | وَمَا لَهُمْ بِذَٰلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ |
Diyanet Meali: | Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar. |
45:32 | إِنْ نَظُنُّ إِلَّا ظَنًّا وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِنِينَ |
Diyanet Meali: | “(Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz), sadece zannediyoruz. Biz bu konuda kesin kanaat sahibi değiliz.” |
48:12 | بَلْ ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ إِلَىٰ أَهْلِيهِمْ أَبَدًا |
Diyanet Meali: | (Ey münafıklar!) Siz aslında, Peygamberin ve inananların bir daha ailelerine geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. |
48:12 | وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِ وَكُنْتُمْ قَوْمًا بُورًا |
Diyanet Meali: | (Bu, sizin gönüllerinize güzel gösterildi de) kötü zanda bulundunuz ve helâki hak eden bir kavim oldunuz. |
59:2 | مَا ظَنَنْتُمْ أَنْ يَخْرُجُوا وَظَنُّوا أَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | (O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır.) Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. |
59:2 | مَا ظَنَنْتُمْ أَنْ يَخْرُجُوا وَظَنُّوا أَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | (O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır.) Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. |
69:20 | إِنِّي ظَنَنْتُ أَنِّي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْ |
Diyanet Meali: | “Çünkü ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.” * |
72:5 | وَأَنَّا ظَنَنَّا أَنْ لَنْ تَقُولَ الْإِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا |
Diyanet Meali: | “Şüphesiz biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk.” * |
72:7 | وَأَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا |
Diyanet Meali: | “Gerçekten onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah’ın hiç kimseyi öldükten sonra tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı.” * |
72:7 | وَأَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا |
Diyanet Meali: | “Gerçekten onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah’ın hiç kimseyi öldükten sonra tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı.” * |
72:12 | وَأَنَّا ظَنَنَّا أَنْ لَنْ نُعْجِزَ اللَّهَ فِي الْأَرْضِ وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَبًا |
Diyanet Meali: | “Muhakkak ki biz Allah’ı yeryüzünde âciz bırakamayacağımızı, kaçarak da onu âciz bırakamayacağımızı anladık.” * |
75:25 | تَظُنُّ أَنْ يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ |
Diyanet Meali: | Bel kemiklerini kıran bir felakete uğratılacaklarını anlarlar. * |
75:28 | وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ |
Diyanet Meali: | (Ölmek üzere olanın da) bunun ayrılış olduğunu bildiği (zaman)…* |
83:4 | أَلَا يَظُنُّ أُولَٰئِكَ أَنَّهُمْ مَبْعُوثُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar diriltileceklerini sanmıyorlar mı? * |
84:14 | إِنَّهُ ظَنَّ أَنْ لَنْ يَحُورَ |
Diyanet Meali: | Çünkü o hiçbir zaman Rabbine dönmeyeceğini sanırdı. * |
ظَنٌّ : İsim. Çoğulu: ظُنُونٌ
3:154 | يَظُنُّونَ بِاللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ |
Diyanet Meali: | Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlardı. |
4:157 | مَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًا |
Diyanet Meali: | O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler. |
6:116 | إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar. |
6:148 | إِنْ تَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنْ أَنْتُمْ إِلَّا تَخْرُصُونَ |
Diyanet Meali: | Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” |
10:36 | وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلَّا ظَنًّا |
Diyanet Meali: | Onların çoğu ancak zannın ardından gider. |
10:36 | وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلَّا ظَنًّا إِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا |
Diyanet Meali: | Onların çoğu ancak zannın ardından gider. Oysa zan, hak namına hiçbir şeyin yerini tutmaz. |
10:60 | وَمَا ظَنُّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ |
Diyanet Meali: | Allah’a karşı yalan uyduranların, kıyamet günü hakkındaki zanları nedir? |
10:66 | إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz onlar ancak zanna uyuyorlar ve sadece yalan söylüyorlar. |
33:10 | وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللَّهِ الظُّنُونَا |
Diyanet Meali: | Ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah’a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. |
34:20 | وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ |
Diyanet Meali: | Şeytan, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. |
37:87 | فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمِينَ |
Diyanet Meali: | “O hâlde, âlemlerin Rabbi hakkında görüşünüz nedir?” * |
38:27 | ذَٰلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ |
Diyanet Meali: | Bu (yaratılanların boş yere yaratıldığı iddiası) inkâr edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay inkâr edenlerin hâline! |
41:23 | وَذَٰلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذِي ظَنَنْتُمْ بِرَبِّكُمْ أَرْدَاكُمْ |
Diyanet Meali: | “İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O, sizi mahvetti (de ziyâna uğrayanlardan oldunuz).” |
45:32 | قُلْتُمْ مَا نَدْرِي مَا السَّاعَةُ إِنْ نَظُنُّ إِلَّا ظَنًّا |
Diyanet Meali: | “Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, sadece zannediyoruz…” demiştiniz. |
48:6 | الظَّانِّينَ بِاللَّهِ ظَنَّ السَّوْءِ عَلَيْهِمْ دَائِرَةُ السَّوْءِ |
Diyanet Meali: | (Bir de, Allah’ın), hakkında kötü zanda bulunan (münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir). Kötülük girdabı onların başına olsun! |
48:12 | وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِ وَكُنْتُمْ قَوْمًا بُورًا |
Diyanet Meali: | (Bu, sizin gönüllerinize güzel gösterildi de) kötü zanda bulundunuz ve helâki hak eden bir kavim oldunuz. |
49:12 | يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنَ الظَّنِّ |
Diyanet Meali: | Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. |
49:12 | إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ |
Diyanet Meali: | Çünkü zannın bir kısmı günahtır. |
53:23 | إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْأَنْفُسُ |
Diyanet Meali: | Onlar (putperestler) yalnız zanna ve nefislerin arzusuna tâbi oluyorlar. |
53:28 | وَمَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ |
Diyanet Meali: | Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. |
53:28 | وَإِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا |
Diyanet Meali: | Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez. |
ظَانِّينَ : İsim. İsm-i Fâil. Kurallı Erkek Çoğul. Nasb / Cerr Hali. Tekili: ظَانٌّ
48:6 | الظَّانِّينَ بِاللَّهِ ظَنَّ السَّوْءِ عَلَيْهِمْ دَائِرَةُ السَّوْءِ |
Diyanet Meali: | (Bir de), Allah’ın, hakkında kötü zanda bulunan (münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir). Kötülük girdabı onların başına olsun! |