KÖK HARFLER: س ح ر
ANLAM:
سَحَرَ : Birisini kalbinden vurmak ya da yaralamak. Birisini usulünden, yolundan döndürmek.
AÇIKLAMA:
xx
DİĞER BAZI TÜREVLER:
سَحَرَ (geniş zaman يَسْحَرُ mastar isim سِحْرٌ):
سَحَرَهُ : Onu kalbinden vurdu ya da yaraladı.
سَحَرَهُ عَنْ كَذَا : Onu böyle bir şeyden döndürdü.
سَحَرَهُ عَنْ وَجْهِهِ : Onu usulünden, yolundan veya olma biçiminden döndürdü.
سُحِرَ : Yolundan döndürülmüştü.
سَحَرَهُ : Onu nefretten aşka döndürdü; onu mest etti ya da büyüledi.
سَحَّرَهُ : Onu bir hayli mest etti ya da büyüledi.
سَحَّرَ اَعْيُنَهُ : Gözlerini mest etti ya da büyüledi.
سَحَّرَ الشَّىْءَ عَنْ وَجْهِهِ : O (büyücü) görünüşte o şeyin olduğu biçimini değiştirdi, batıl olanın doğru ve hak biçiminde görünmesini sağladı ve o şeyin gerçekte olduğundan farklı bir şekilde farz edilmesine sebep oldu.
سَحَرَهُ بِكَلَامِهِ (aynı zamanda şu şekilde: سَحَّرَهُ ) : Yumuşak ve zarif konuşması ve mahiyetinin güzelliği sayesinde onun ona meyletmesine sebep oldu.
سَحَرَهُ : Onu kandırdı, aldattı, aklını çeldi, büyüledi ya da altetti.
سَحَرَهُ بِالطَّعَامِ وَالشَّرَابِ : Onu besledi, yiyecek ve içeceğe dair hissiyatından saptırdı.
سَحَرَ الْفِضَّةَ : Gümüşü parlattı.
سَحَرَ الْمَطَرُ الطِّينَ : Yağmur balçığı, toprağı veya tozu berbat etti ki kullanmaya uygun değildi.
سَحَرَ عَنِ الْاَمْرِ : Belli bir mesafeye gitti ya da işten çok uzaklaştı.
سِحْرٌ : Bir şeyin olduğu biçimden başka bir biçime dönmesi, sihir veya büyü, çünkü büyücü batıl olanın hak biçiminde görünmesine, o şeyin gerçekte olduğundan farklı bir şekilde farz edilmesine sebep olduğunda, o şeyi olduğu biçimden farklı bir biçime çevirmiş gibidir; batıl olanın hak biçiminde ortaya koyulması; sebebi saklı olan ve olduğundan farklı bir biçimde farz edilen her tür hadise; taklit ve hileyle yapılmış süsleme. Çürütme ve bozma; hileli bir yöntem; hilekarlık; kötülük; ustaca konuşma, anlamına da gelmektedir. Beceri, bilim. Yiyecek.
اِنَّ مِنَ الْبَيَانِ لَسِحْرًا : Muhakkak ki büyü gibi olan bir tür konuşma sanatı vardır (Hadis-i şerif).
مَنْ تَعَلَّمَ بَابًا مِنَ النُّجُومِ فَقَدْ تَعَلَّمَ بَابًا مِنَ السِّحْرِ : Astronominin işleyişini öğrenen kimse bilimin bir dalını öğrenir (Hadis-i şerif).
غَيْثٌ ذُو سِحْرٍ : Aşırı bol yağmur.
سَاحِرٌ (çoğul hali سَحَرَةٌ ve سَاحِرُونَ ) : Bir büyücü; bir sihirbaz; bir sahir. ساحِرٌ bilgili, usta veya zeki, manasına da gelmektedir.
لَهَا عَيْنٌ سَاحِرَةٌ : Büyüleyici veya mest eden bir gözü var.
سَحَّارٌ kelimesi سَاحِرٌ ile eş anlamlıdır ancak daha yoğun bir anlamı vardır ya da alışkanlık veya sıklıkla yapılma manasındadır.
سَحَرَ (geniş zaman يَسْحَرُ ) : Sabah erkenden, günün ilk kısmında, ya da sabah namazı ile gün doğumu arasında çıkıp gitti.
سَحَرٌ : Şafaktan önceki zaman; seher vakti; ya da gecenin son kısmı; karanlığın üzerine yayılan aydınlık; had (çoğulu: اَسْحَارٌ).
اٰتَيْتُهُ بِسَحَرٍ : Şafaktan az önce ona geldim.
مَسْحُورٌ (ismi meful): Büyülenmiş.
مُسَحَّرٌ : Büyülenmiş kişi, مَسْحُورٌ ile eş anlamlı: fakat daha yoğun bir manada.
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
Tür | Adet | Anlam | Örnek | Açıklama | |
سَحَرَ | fiil-I | 3 | Sihir yaptı, büyüledi, aldattı, kandırdı | 7/116 | Meçhul Muzari: يُسْحَرُ |
سِحْرٌ | isim | 28 | Sihir, büyü | 5/110 | |
سَاحِرٌ | isim | 22 | Sihirbaz | 20/69 | Çoğul: سَحَرَةٌ |
سَحَّارٌ | isim | 1 | Sihirbaz | 26/37 | |
مَسْحُورٌ | isim | 4 | Sihirlenmiş, büyülenmiş | 17/47 | |
مُسَحَّرٌ | isim | 2 | Büyülenmiş kimse | 26/153 | |
سَحَرٌ | isim | 3 | Seher vakti, gecenin sonu (Çoğul) | 54/34 | Çoğulu: أَسْحَارٌ |
Toplam | 63 |
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Kök Harflerinin Yer Değişimi
Mahreci Benzeyen Kökler
Benzer Manada Kelimeler
- سَحَرَ
- سِحْرٌ (a)
- سِحْرٌ (b)
- سُحْرٌ
- رِئَةٌ
- سَاحِرٌ
Zıt Manada Kelimeler
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
Sihr (Sihir) | سِحْر | Sihir. Büyü. | Sihirbaz |
Seher | سَحَر | Sabahın gün doğmadan önceki zamanı, tan ağartısı. | Çoğul: Eshâr |
Sahûr | سَحُور | 1: Temcid yemeği. 2: Ramazan ayında oruç tutanların gün doğmadan önce belirli saatte yedikleri yemek. |
|
Sâhir | سَاحِر | Büyücü. | Çoğul: Sehere |
Sâhire | سَاحِرَة | Büyücü kadın. |
|
Sehhâr | سَحَّار | Pek büyücü. Büyü gibi bir kuvvetle çeken, büyüleyici. |
|
Meshûr | مَسْحُور | Büyülenmiş, kendine sihir yapılmış. |
|
Teshîr | تَسْحِير | Büyüleme, sihir yapma. |
|
Musahhar | مُسَحَّر | Büyülenmiş. |
|
Tesahhur | تَسَحُّر | Sahur yemek. Seher vaktinde kalkmak. |
|
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
سَحَرَ : Fiil-I. Meçhul Muzari: يُسْحَرُ
7:116 | فَلَمَّا أَلْقَوْا سَحَرُوا أَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ |
Diyanet Meali: | Bunun üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. |
7:132 | وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِهِ مِنْ آيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَا فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ |
Diyanet Meali: | Dediler ki: “Bizi büyülemek için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.” * |
23:89 | سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ فَأَنَّىٰ تُسْحَرُونَ |
Diyanet Meali: | “Allah’ındır” diyecekler. “Öyle ise nasıl aldanıyorsunuz?” de. * |
سِحْرٌ : İsim.
2:102 | يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ |
Diyanet Meali: | (Fakat şeytanlar), insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki (Hârût ve Mârût adlı) iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle (küfre girdiler). |
5:110 | فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | Onlardan inkâr edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür” demişlerdi. |
6:7 | فَلَمَسُوهُ بِأَيْدِيهِمْ لَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | (Ey Muhammed! Eğer sana kâğıda yazılı bir kitap indirseydik), onlar da elleriyle ona dokunsalardı, yine o inkâr edenler, “Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir” diyeceklerdi. |
7:116 | سَحَرُوا أَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَاءُوا بِسِحْرٍ عَظِيمٍ |
Diyanet Meali: | (Bunun üzerine onlar ellerindekini atınca) insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar. |
10:76 | فَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا إِنَّ هَٰذَا لَسِحْرٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | Katımızdan kendilerine hak (mucize) gelince, “Şüphesiz bu, apaçık bir sihirdir” dediler. * |
10:77 | أَسِحْرٌ هَٰذَا وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ |
Diyanet Meali: | “Bu bir sihir midir? Oysa sihirbazlar, iflah olmazlar!” |
10:81 | فَلَمَّا أَلْقَوْا قَالَ مُوسَىٰ مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُ إِنَّ اللَّهَ سَيُبْطِلُهُ |
Diyanet Meali: | Sihirbazlar atacaklarını atınca, Mûsâ dedi ki: “Sizin bu yaptığınız sihirdir. Allah, onu elbette boşa çıkaracaktır.” |
11:7 | لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | (Böyle iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen), inkârcılar “Mutlaka bu, apaçık bir büyüdür” derler. |
20:57 | قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسَىٰ |
Diyanet Meali: | Şöyle dedi: “Ey Mûsâ! Sihrin ile bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?” * |
20:58 | فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِهِ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا |
Diyanet Meali: | “Biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda bir buluşma vakti belirle.” |
20:63 | يُرِيدَانِ أَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ أَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا |
Diyanet Meali: | “(Şüphesiz bu ikisi), sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak isteyen (birer sihirbazdırlar).” |
20:66 | فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَىٰ |
Diyanet Meali: | Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi görünüyor. |
20:71 | إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ |
Diyanet Meali: | Şüphe yok, o size sihiri öğreten büyüğünüzdür.” |
20:73 | إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ |
Diyanet Meali: | “Şüphesiz ki biz; günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri affetmesi için, Rabbimize inandık.” |
21:3 | هَلْ هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ أَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَأَنْتُمْ تُبْصِرُونَ |
Diyanet Meali: | “Bu da ancak sizin gibi bir insan. Şimdi siz göz göre göre sihre mi kapılacaksınız?” |
26:35 | يُرِيدُ أَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ أَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ |
Diyanet Meali: | “Sizi, yaptığı sihirle, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne dersiniz?” * |
26:49 | إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ |
Diyanet Meali: | “Mutlaka o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz!” |
27:13 | فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ آيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هَٰذَا سِحْرٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | Nitekim âyetlerimiz kendilerine gerçeği gösterecek biçimde gelince, “Bu apaçık bir sihirdir” dediler. * |
28:36 | فَلَمَّا جَاءَهُمْ مُوسَىٰ بِآيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى |
Diyanet Meali: | Mûsâ, onlara delillerimizi apaçık olarak getirince onlar, “Bu, ancak uydurulmuş bir sihirdir.” dediler. |
28:48 | قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا وَقَالُوا إِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar, “İki sihirbaz birbirlerine destek oluyor” dediler. “Biz hepsini inkâr ediyoruz” dediler. |
34:43 | وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | Yine hak kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler, “Bu, ancak apaçık bir büyüdür” dediler. |
37:15 | وَقَالُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | (Dediler ki:) “Bu bir büyüden başka bir şey değildir.” * |
43:30 | وَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هَٰذَا سِحْرٌ وَإِنَّا بِهِ كَافِرُونَ |
Diyanet Meali: | Fakat kendilerine Hak gelince, “Bu bir büyüdür, biz onu kesinlikle inkâr ediyoruz” dediler. * |
46:7 | قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ هَٰذَا سِحْرٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | O küfredenler kendilerine geldiğinde Hak (kitap Kur’an) için, “Bu, apaçık bir büyüdür” dediler. |
52:15 | أَفَسِحْرٌ هَٰذَا أَمْ أَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ |
Diyanet Meali: | “Bu Kur’an mı bir büyü imiş, yoksa siz mi (gerçeği) göremiyormuşsunuz?” * |
54:2 | وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ |
Diyanet Meali: | Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve “Süregelen bir sihirdir” derler. * |
61:6 | فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَٰذَا سِحْرٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler. |
74:24 | فَقَالَ إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُ |
Diyanet Meali: | Şöyle dedi: “Bu, ancak nakledilegelen bir sihirdir.” * |
سَاحِرٌ : İsim. İsm-i Fâil. Kırık Çoğulu: سَحَرَةٌ
7:109 | قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ إِنَّ هَٰذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ |
Diyanet Meali: | Firavun’un kavminden ileri gelenler, dediler ki: “Şüphesiz bu adam usta bir sihirbazdır.” * |
7:112 | يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ |
Diyanet Meali: | “Bütün usta sihirbazları (toplayıp) sana getirsinler.” * |
7:113 | وَجَاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُوا إِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ |
Diyanet Meali: | Sihirbazlar Firavun’a geldiler. “Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükâfat vardır, değil mi?” dediler. * |
7:120 | وَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ |
Diyanet Meali: | Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. * |
10:2 | قَالَ الْكَافِرُونَ إِنَّ هَٰذَا لَسَاحِرٌ مُبِينٌ |
Diyanet Meali: | O kâfirler, “Bu elbette apaçık bir sihirbazdır” dediler? |
10:77 | أَسِحْرٌ هَٰذَا وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ |
Diyanet Meali: | “Bu bir sihir midir? Oysa sihirbazlar, iflah olmazlar!” |
10:79 | وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُونِي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ |
Diyanet Meali: | Firavun, “Bütün usta sihirbazları bana getirin” dedi. * |
10:80 | فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسَىٰ أَلْقُوا مَا أَنْتُمْ مُلْقُونَ |
Diyanet Meali: | Sihirbazlar gelince Mûsâ onlara, “Atacağınızı atın (hünerinizi ortaya koyun)” dedi * |
20:63 | قَالُوا إِنْ هَٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُرِيدَانِ أَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ أَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا |
Diyanet Meali: | Şöyle dediler: “Şüphesiz bu ikisi, sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak isteyen birer sihirbazdırlar.” |
20:69 | وَأَلْقِ مَا فِي يَمِينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوا إِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍ |
Diyanet Meali: | “Sağ elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir.” |
20:69 | وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ أَتَىٰ |
Diyanet Meali: | “Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez.” |
20:70 | فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَىٰ |
Diyanet Meali: | (Mûsâ’nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve, “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” dediler. * |
26:34 | قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَٰذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ |
Diyanet Meali: | Firavun, çevresindeki ileri gelenlere, “Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır” dedi. * |
26:38 | فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ |
Diyanet Meali: | Böylece sihirbazlar, belli bir günün belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler. * |
26:40 | لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ |
Diyanet Meali: | “Umarız, üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız” (dediler.) * |
26:41 | فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا |
Diyanet Meali: | Sihirbazlar gelince, Firavun’a, “(Eğer biz üstün gelirsek), gerçekten bize bir mükâfat var mı?” dediler. |
26:46 | فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ |
Diyanet Meali: | Bunun üzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar. * |
38:4 | وَقَالَ الْكَافِرُونَ هَٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌ |
Diyanet Meali: | Kâfirler şöyle dediler: “Bu, yalancı bir sihirbazdır.” |
40:24 | إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ |
Diyanet Meali: | (Andolsun ki biz Mûsâ’yı mucizelerimizle ve apaçık bir delille) Firavun’a, Hâmân’a ve Kârûn’a (gönderdik). Onlar ise; “Bu çok yalancı bir sihirbazdır” dediler. |
43:49 | وَقَالُوا يَا أَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ |
Diyanet Meali: | (Onlar azabı görünce) “Ey büyücü! Sana verdiği söze dayanarak, bizim için Rabbine dua et.” dediler. |
51:39 | فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ |
Diyanet Meali: | O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve “Bu bir büyücü veya delidir” dedi. * |
51:52 | كَذَٰلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ |
Diyanet Meali: | İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki, “O bir büyücüdür” yahut “bir delidir” demiş olmasınlar. * |
سَحَّارٌ : İsim. Mübalağalı İsm-i Fâil.
26:37 | يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ |
Diyanet Meali: | “Sana bütün usta sihirbazları getirsinler.” * |
مَسْحُورٌ : İsim. İsm-i Mef’ûl.
15:15 | بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ |
Diyanet Meali: | “Biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz.” |
17:47 | إِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ إِنْ تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا |
Diyanet Meali: | O zalimlerin, “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediklerini (çok iyi biliyoruz). |
17:101 | فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ إِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا مُوسَىٰ مَسْحُورًا |
Diyanet Meali: | Ve Firavun da ona, “Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!” demişti. |
25:8 | وَقَالَ الظَّالِمُونَ إِنْ تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا |
Diyanet Meali: | Zalimler, (inananlara): “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediler. |
مُسَحَّرِينَ : İsim. İsm-i Mef’ûl.Tef’îl Bâbı (II. Bâb). Kurallı Erkek Çoğul. Nasb / Cerr Hali. Tekili: مُسَحَّرٌ
26:153 | قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ |
Diyanet Meali: | Dediler ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.” * |
26:185 | قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ |
Diyanet Meali: | Onlar şöyle dediler: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.” * |
سَحَرٌ : İsim. Çoğulu: أَسْحَارٌ
3:17 | الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنْفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْأَسْحَارِ |
Diyanet Meali: | Sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir. * |
51:18 | وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ |
Diyanet Meali: | Seherlerde bağışlama dilerlerdi. * |
54:34 | إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût’un ailesi başka. (Katımızdan bir nimet olarak) bir seher vakti onları kurtardık. * |