ح و ل

KÖK HARFLER:  ح و ل

ANLAM: 

حَالَ : (Bir şey) değiştirilmek, bir durum veya koşuldan diğerine değişmek; yolundan, tutumundan veya doğrultusundan sapmak.

AÇIKLAMA:

حَوْلٌ kelimesi temelde “Bir nesnenin tagayyür etmesi, değişmesi veya değişime uğraması ve başkasından infisâli, ayrılması” anlamına gelir. Tagayyür, değişme veya değişime uğrama anlamı göz önünde bulundurularak “şu nesne tagayyür etti, değişti veya değişime uğradı” anlamında حَالَ الشَّيْءُ-يَحُولُ denmiştir. Bu fiilin mastarı حُؤُولٌ şeklinde gelir.

اِسْتَحَالَ : Bir şey tagayyür etmeye, değişmeye veya değişime uğramaya hazır oldu.

İnfisâl, ayrılma anlamı göz önünde bulundurularak, “benimle senin arana bir engel, mani veya mania olarak şöyle bir şey girdi ve aramıza ayırdı” anlamında حَالَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ كَذَا denmiştir. Yüce Allah’ın şu sözüne gelince: وَاعْلَمُوا أنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ Biliniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer (8/24). Burada Yüce Allah’ı vasfederken söylenen, يَا مُقَلِّبَ اْلقُلوُبِ وَاْلأبْصَارِ “Ey kalpleri ve gözleri çeviren” sözüne işaret edilmektedir. Burada kastedilen Yüce Allah’ın bir hikmetten dolayı insanın kalbine, onu muradından, maksadından çevirecek, döndürecek bir şey ilka etmesidir. Yüce Allah’ın şu sözünde de bu anlamda olduğu söylenmiştir. وَحِيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ Kendileri ile özlemleri arasına perde gerildi, set çekildi (34/54). Bir görüşe göre ise, يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ O, kişi ile kalbi arasına girer (8/24) sözünde kastedilen Yüce Allah’ın o kişiyi helak etmesidir, onun canını almasıdır yahut da bir şeyler bilirken artık bilmez duruma gelmesi için onu ömrünün en rezil dönemine döndürmesidir.

حَوَّلْتُ الشَّيْءَ فَتَحَوَّلَ : Şu nesneyi ya zâtında, özünde ya hüküm yoluyla ya da sözle tağyîr ettim, değiştirdim veya değişime uğrattım, böylece o da tagayyür etti, değişti veya değişime uğradı. “Borcun ödenmesini filan kişiye havale ettim” anlamındaki أَحَلْتُ عَلَى فُلاَنٍ بِالدَّيْنِ kullanımı buradan gelir.

حَوَّلْتُ الْكِتَابَ sözü ise, “bir kitabın veya yazının içindeki sureti, bu ilk sureti izale etmeden, silmeden başka bir kitaba veya yazıya aktarmak” demektir.

Bir meselde şöyle denmiştir: لَوْ كَانَ ذَا حِيلَةٍ لَتَحَوَّلَ (Şayet bir hilesi, hüneri olsaydı, elbette tahavvül eder, değişirdi.)

Yüce Allah’ın şu sözüne gelince: لاَ يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلاً Başka bir yere taşınma imkanları olmayacaktır (18/108). Buradaki حِوَلٌ kelimesi “tahavvül, değişim” anlamındadır.

حَوْلٌ : Yıl. Yılın inkılâbı, değişimi ve güneşin doğuş ve batış yerlerindeki devranı, dönüşü göz önünde bulundurularak böyle adlandırılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ Anneler, çocuklarını tam iki yıl emzirirler (2/233). Yine şöyle buyurmuştur: متَاعاً إِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ إِخْرَاجٍ Bir yıl boyunca evden çıkmalarına ihtiyaç bırakmayacak kadar (2/240).

Buradan hareketle şöyle denmiştir:

حَالَتِ السَّنَةُ-تَحُولُ : Yıl geçti, tamamlandı veya devretti, döndü ve geçti.

حَالَتِ الدَّارُ : Ev tagayyür etti, değişti veya değişime uğradı.

أحَالَتِ الدَّارُ ve أحْوَلَتِ الدَّارُ : Evin üzerinden bir حَوْلٌ (yani bir yıl) geçti. Bu kullanımıyla “Evin üzerinden bir عَامٌ (yani bir yıl) geçti” anlamındaki أَعَامَتْ ve “Evin üzerinden bir شَهْرٌ (yani bir ay) geçti” anlamındaki أَشْهَرَتْ fiiline benzer.

أحَالَ فُلاَنٌ بِمَكَانٍ كَذَا : Falan kimse şu yerde bir حَوْلٌ (bir yıl) ikamet etti, oturdu veya kaldı.

حَالَتِ النَّاقَةُ-تَحُولُ: Şu dişi deve gebe kalmadı. Mastarı حِيَالٌ şeklinde gelir. Böyle denmesinin nedeni onun süregelen adetinin değişmiş olmasıdır.

حَالٌ : İnsana vs mahsus olup nefsindeki, cismindeki, bedenindeki ve kazançlarındaki değişen, değişime uğrayan hususlar.

حَوْلٌ : Bu üç temelden birinde sahip olunan güç, kuvvet. Buradan hareketle لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهِ (Allah’ın aracılığı, dilemesi olmadan ya da Allah’ınki dışında ne güç ne kuvvet vardır) denilmiştir.

حَوْلُ الشَّيْءِ : Bir nesnenin, kendisine değişmesinin veya geçmesinin (يَحُولُ) mümkün olduğu yanı, yan tarafı.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (40/7).

حِيلَةٌ ve حُوَيْلَةٌ : Herhangi bir halete gizli bir şekilde ulaşmada veya erişmede vasıta edinilen şey. Daha çok, yerine getirilmesinde bir habâset, kötülük bulunan şeylerle ilgili kullanılır. Ayrıca bazen içinde bir hikmet bulunan şeylerle ilgili de kullanılır. Bundan dolayı Yüce Allah vasfedilirken şöyle buyrulmuştur: وَهُوَ شَدِيدُ الْمِحَالِ Allah’ın tuzağı son derece sağlamdır (13/13). Yani “içinde bir hikmet bulunan bir şeye insanlardan gizli bir şekilde ulaşmada…” Nitekim Yüce Allah, yerilen anlamda değil -ki çirkinlikten, fenalıktan münezzehtir- bu tarz bir anlamda مَكْرٌ ve كَيْدٌ kelimeleriyle de vasfedilmiştir.

حِيلَةٌ kelimesi حَوْلٌ kökünden gelir fakat kelimedeki “vav” harfi öncesindeki harfin kesra ile harekeli olması nedeniyle “ye” harfine kalbedilmiştir. Zira buradan hareketle “çok hilekar, hünerli ya da kurnaz adam” anlamında رَجُلٌ حَوْلٌ denmiştir.

مُحَالٌ kelimesi ise, “İki çelişiğin kendisinde toplandığı, iki çelişiği içeren şey” demektir. Bu sözde bulunur. Mesela “Aynı cisim aynı halde iki ayrı yerdedir” demek gibi.

اِسْتَحَالَ الشَيْءُ  : Şu nesne مُحَالٌ hale geldi. فَهُوَ مُسْتَحِيلٌ sözü ise, “o muhal hale gelmeye başlamaktadır” anlamındadır.

“Doğum sırasında yavru ile beraber çıkan zarar ve suya” da حِوَلاَء denir.

لاَ أفْعَلُ كَذَا مَا أرْزَمَتْ أُمُّ حَائِلٍ sözüne gelince, buradaki حَائِل kelimesi “dişi devenin dişi yavrusu” anlamındadır. “Yavrunun cinsiyetinin belirsizlik durumu değişip dişi olduğu ortaya çıktığında” böyle denir. Bunun karşısında “erkek yavruya” ise سَقْبٌ denir.

حَالٌ kelimesi dilde “mevsufun üzerinde bulunduğu, sahibi olduğu sıfat” için, mantıkçıların teknik dilinde ise, “zevali hızlı olan, süreksiz veya geçici nitelik” için kullanılır. Mesela “arızî bir sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve yaşlılık” gibi. (Müfredât)

DİĞER BAZI TÜREVLER:

حَالَ (geniş zaman يَحُولُ mastar ismi حَوْلٌ):

حَالَ الشَّىْءُ : O şey değiştirildi ya da bir durum veya koşuldan diğerine değişti; yolundan, tutumundan veya doğrultusundan saptı.

حَالَ مِنَ الْعَهْدِ : Anlaşmalardan çekildi ya da vazgeçti. 

حَالَ الْحَوْلُ : Yıl geçti ya da nihayete erdi.

حَالَ عَلَيْهِ الْحَوْلُ : Bir yaşına bastı.

حَالَتِ الْاُنْثَى : Dişi gebe kalmadı; hamile kalmadı.

حَالَتِ النَّخْلَةُ : Hurma ağacı bir yıl meyve verdi, diğer yıl vermedi.

حَالَ النَّهْرُ بَيْنَنَا : Çay, bağlantıyı engelleyerek aramıza girdi.

حَوِلَتْ عَيْنُهُ : Gözü kısıldı.

حَالَ (çoğul hali: اَحْوَالٌ ve حَالَاتٌ) : Şart; koşul.

حَالَاتُ الدَّهْرِ ve اَحْوَالُهُ : Zaman değişimleri ve değişiklikleri.

حَوْلٌ : Bir yıl ( حَوْلَيْنِ ikildir); geçmese bile bir yıl; kuvvet, güç, kudret veya erk; etraf; çevre.

حِوَلٌ : Diriliş veya değişim, halden hale geçme, ayrılmak; bir kurtulma veya sıyrılma; bir hile; bir oyun, bir plan; bir hüner; bir çare; bir hale gizlenebilir şekilde geçme yolu; birinin özgür iradesine göre yönetme yeteneği.

تَحْوِيلٌ : Değişim; değişiklik.

حِيلَةٌ : Maharet, çare.

KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ: 

Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.


TürAdetAnlamÖrnekAçıklama
حَالَfiil-I3Ayırt etti, haczetti8/24Meçhulü: حِيلَ
حَوْلٌisim17Sene2/240
حِوَلٌisim1Tahavvül, intikal, ayrılma18/108
تَحْوِيلٌisim3Tahvil, tebdil, tağyir, değiştirme, tebeddül17/56
حِيلَةٌisim1Maharet, çare4/98

Toplam25


BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR: 

Kök Harflerinin Yer Değişimi

Mahreci Benzeyen Kökler

Benzer Manada Kelimeler

  • حَالَ (a)
    • ذَهَبَ > bak: ذ ه ب
    • بَهُتَ > bak: ب ه ت
    • اِمْتَقَعَ
  • حَالَ (b)
  • اِحْتَالَ
  • حَالٌ
  • حَالَةٌ
    • كَيْفِيَّةٌ > bak: ك ي ف
    • هَيْئَةٌ > bak: ه ي أ
    • شَاكِلَةٌ > bak: ش ك ل
    • غِرَارٌ > bak: غ ر ر
    • مِنْوَالٌ
    • نَوْعٌ
  • حَوْلٌ
  • حِيلَةٌ
    • مَكِيدَةٌ > bak: ك ي د
    • خُدْعَةٌ > bak: خ د ع
    • مُؤَامَرَةٌ > bak: أ م ر
    • اِحْتِيَالٌ > bu kök

Zıt Manada Kelimeler

AÇIKLAMA:

HÎLE ile MEKR kelimeleri arasındaki fark

( ح و لم ك ر )

Bazı hileler mekr değildir. Hile, birisinin arkasından başkasının menfaatine olan bir şey takdir etmektir. İçinde bir menfaat olduğu zaman, bu durum hile diye isimlendirilir. Mekr’de ise herhangi bir menfaat olmaz. 

Mekr ile hîle arasındaki bir fark da şudur: Mekr, “ister yüzüne karşı, ister arkasından olsun, bir başkasına, onun bilmediği bir zarar takdîr etmek”tir. Hîle ise, ancak kişinin arkasından olur. (Farklar Sözlüğü 385) Bknz: ( م ك ر )

TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER: 

Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.

Havl حَوْل Güç. Kuvvet. Muhit, etraf. Yıl. 
Hâl حَال 1: Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. 2: Güç, kuvvet, takat. 3: Kötü durum, sıkıntı, dert. Derhâl, Hemhâl
Hâlen (Hâlâ) حَالًا Şimdi, şu anda, bugünkü günde.
Ahvâl أَحْوَال 1: Durumlar, hâller, vaziyetler. 2: Davranışlar. 3: Olaylar.
Hâlet حَالَة 1: Durum. 2: Hal, durum. 3: Suret. Hal. Keyfiyet. Çoğul: Hâlât
Havâle حَوَالَة 1: Bir işi bir başkasının sorumluluğuna bırakma, ısmarlama, devretme. 2: Banka, postane vb. aracılığıyla gönderilen para. 3: Gebelerde, küçük çocuklarda görülen bir çeşit çırpınmalı, bazen ateşli de olabilen hastalık. Havâleten
Havâlî حَوَالِي Çevre, civar, etraf, yöre.
Hîle حِيلَة Hail, çare.
Hâil حَائِل Engel. Perde. Mania. İki şey arasını ayıran.
Hıvel حِوَل Zeval. İntikal, tahavvül etmek. 
Ahvel أَحْوَل Bir şeyi çift gören, şaşı.
Tahvîl تَحْوِيل 1: Değiştirme, çevirme, döndürme, dönüştürme. 2: Devletin veya özel bir kuruluşun ödünç para almak için çıkardığı, yıllık faiz getiren yazılı senet.
Muhavvel مُحَوَّل Havale edilmiş. Ismarlanmış. Tebdil ve tağyir edilmiş. Değiştirilmiş. Bırakılmış.
Muhavvil مُحَوِّل Değiştiren, dönüştüren.
Muhâvele مُحَاوَلَة İsteme, taleb etme. Bir şeyi yapmaya girişme.
İhâle إِحَالَة İş, mal ve hizmetlerin, açık ve rekabetçi bir ortamda eksiltme veya artırma yöntemleriyle en uygun teklifte bulunana verilmesi.
Muhâl مُحَال Olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi olanaksız. 
Muhîl مُحِيل İhale eden. Havale eden. Borcunu başkası ödemesi için havale eden kimse. Başkasının borcuna nakleden.
Tahavvül تَحَوُّل Bir durumdan başka bir duruma geçme, değişme, değişkenlik, dönüşme, dönüşüm.
Mütehavvil مُتَحَوِّل Değişken, kararsız.
İhtiyâl اِحْتِيَال Hile yapma, aldatma, düzen, oyun etme.
İstihâle اِسْتِحَالَة Dönüşme, hal değiştirme.
Derhal ——— Hemen Arapça + Farsça

Hal kelimesi, Arapçada “1. dönüm, dönüşüm, evre, 2. değişken bir şeyin her bir evresi, durum, 3. şimdiki zaman” anlamındadır. Arapça sözcüğün en temel anlamı “ay ve güneşin döngüsü” ve “evre” şeklindedir. (Nişanyan Sözlük) 

“Etraf, çevreler” anlamındaki havali kelimesi, “çevre, döngü” anlamındaki havl (حَوْل) kelimesinin çoğuludur. Anlam, “dönmek, dönüşmek” fiilinden gelmektedir. (Nişanyan Sözlük)

Derhal kelimesi Farsçada “de hali edatı” olan “der” kelimesi ile Arapça “şimdiki zaman” anlamındaki “hal” kelimesinin birleşmesinden oluşmuştur. Anlam “şimdiki zamanda, hemen” olmuştur. (Nişanyan Sözlük) 

Türkçede bu kelimeden türetilen bir sürü isim vardır: Halbuki, hâlâ, hâlen, halihazır, hâlükar, hemhâl, hasbıhal, ilmihal, derhal, behemehal, arzuhal, arzuhalci, hallice, halsizlik gibi…

ÂYETLER:

DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.

حَالَ : Fiil-I. Meçhulü: حِيلَ

8:24 وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Diyanet Meali: Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.
11:43 وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ
Diyanet Meali: Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.
34:54 وَحِيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِأَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُ
Diyanet Meali: Tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları arasına bir engel konmuştur. 

حَوْلٌ : İsim. 

2:240 وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا وَصِيَّةً لِأَزْوَاجِهِمْ مَتَاعًا إِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ إِخْرَاجٍ
Diyanet Meali: İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler.
3:159 وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ
Diyanet Meali: Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.
9:101 وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْأَعْرَابِ مُنَافِقُونَ وَمِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ
Diyanet Meali: Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da (münafıklıkta direnenler var).
9:120 مَا كَانَ لِأَهْلِ الْمَدِينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْأَعْرَابِ أَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللَّهِ
Diyanet Meali: Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah’ın Resûlünden geri kalmak yaraşmaz. 
17:1 إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا
Diyanet Meali: Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan) çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya (götüren Allah’ın şanı yücedir).
26:25 قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ
Diyanet Meali: Firavun, etrafındakilere (alaycı bir ifade ile) “dinlemez misiniz?” dedi. *
26:34 قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَٰذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ
Diyanet Meali: Firavun, çevresindeki ileri gelenlere, “Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır” dedi. *
27:8 فَلَمَّا جَاءَهَا نُودِيَ أَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَا
Diyanet Meali: Oraya geldiğinde, kendisine şöyle nida olunmuştu: “Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır.”
29:67 أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا حَرَمًا آمِنًا وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْ
Diyanet Meali: Çevrelerindeki insanlar kapılıp götürülürken, bizim, onların yurtlarını saygın ve güvenlikli bir yer kıldığımızı görmediler mi?
39:75 وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ
Diyanet Meali: Melekleri de, Rablerini hamd ile tesbih edip yücelterek Arş’ın etrafını kuşatmış hâlde görürsün.
40:7 الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ
Diyanet Meali: Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler
42:7 لِتُنْذِرَ أُمَّ الْقُرَىٰ وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ
Diyanet Meali: Şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarasın. 
46:27 وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرَىٰ
Diyanet Meali: Andolsun, biz çevrenizdeki memleketleri de yok ettik.
2:17 فَلَمَّا أَضَاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللَّهُ بِنُورِهِمْ
Diyanet Meali: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir.
6:92 وَلِتُنْذِرَ أُمَّ الْقُرَىٰ وَمَنْ حَوْلَهَا
Diyanet Meali: Şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye (indirdiğimiz bir kitaptır).
19:68 فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاطِينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِيًّا
Diyanet Meali: Rabbine andolsun, onları şeytanlarla beraber mutlaka haşredeceğiz. Sonra onları kesinlikle cehennemin çevresinde diz üstü hazır edeceğiz. *
2:233 وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ
Diyanet Meali: Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler

حِوَلٌ : İsim. 

18:108 خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا
Diyanet Meali: Orada ebedi kalırlar. Oradan ayrılmak istemezler. *

تَحْوِيلٌ : İsim. Masdar. Tef’îl Bâbı (II. Bâb). 

17:56 فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْوِيلًا
Diyanet Meali: Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler ne de değiştirebilirler.
17:77 سُنَّةَ مَنْ قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلًا
Diyanet Meali: Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun böyledir. Bizim kanunumuzda hiçbir değişme bulamazsın. *
35:43 فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا
Diyanet Meali: Sen Allah’ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah’ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın.

حِيلَةٌ : İsim. 

4:98 لَا يَسْتَطِيعُونَ حِيلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَبِيلًا
Diyanet Meali: Çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan (erkekler, kadınlar ve çocuklar başkadır).