KÖK HARFLER: أ ذ ن
ANLAM:
أَذِنَ : Bir kişi veya şeyi memnuniyetle dinlemek.
AÇIKLAMA:
أُذُن kelimesi, “kulak” demektir. Kazan ve tencere gibi şeylerin halka olan kısmı da buna benzetilerek “tencerenin kulağı (kulpu)” denmiştir. Çok fazla dinlemeyi sevene, işittiği şeyleri çokça kabul edene de أُذُنٌ denmiştir.
أَذِنَ kulak verdi, dinledi anlamına gelir.
اِذْنٌ ve أَذَان kelimeleri işitilen, duyulan şeyler için kullanılır. Bilgi de bu şekilde ifâde edilir. Zira, bizim pek çok bilgimizin ilk adımı dinlemekle elde edilmektedir.
وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ : Ve Rabbiniz size şöyle bildirmişti.. (14/İbrâhîm 7).
مُؤَذِّن kelimesi, bir şeyi bağırarak bildiren, ilân eden herkes için kullanılır.
أَذِين ezan sesinin (her taraftan kendisine) geldiği (ulaştığı) yerdir.
اَلْإِذْنُ فِي الشَّيْءِ : Bir şeyle ilgili cevazın; iznin ve ruhsatın verildiğini bildirme.
إذَنْ edâtına gelince, bu nahivde cevap ve ceza edatıdır. Yani bir diğer ifadeyle bu edat, bir cevabı ya da takdiri bir cevabı gerektirir. Nahivde bu edattan sonra gelen söze “ceza cümlesi” denir. Ne zaman söz bununla başlar ve ardından muzari fiil gelirse, إذَنْ أَخْرُجَ : “Öyleyse çıkıyorum” cümlesinde olduğu gibi, bu muzari fiili mutlaka nasbeder. Ama ne zaman öncesinde bir söz yer alır ve kendisinden sonra da muzari fiil gelirse, o fiilin أنَا إذَنْ أخْرُجُ veya أنَا إذَنْ أخْرُجَ : “Ben öyleyse çıkıyorum” sözünde olduğu gibi, nasb harekesi alması da caizdir, ref harekesi alması da. Ne zaman da fiilden sonra gelir ya da beraberinde herhangi bir muzari fiil bulunmazsa, o zaman أنَا أخْرُجُ إذَنْ : “Ben öyleyse çıkıyorum” sözünde olduğu gibi, irapta herhangi bir etkisi olmaz.
DİĞER BAZI TÜREVLER:
اَذِنَ (geniş zamanlı يَاْذَنُ mastar ismi اِذْنًا ve اَذَنًا ve اَذَانًا) : İzin verdi. Kulak verdi, susup dinledi, hayret içerisinde dinledi.
اَذِنَ لَهُ ve اَذِنَ اِلَيْهِ : O kişiyi veya şeyi memnuniyetle dinledi.
اَذِنَ بِالشَّىْءِ : Bir şeyi biliyordu; bununla ilgili bilgilendirilmiş veya uyarılmıştı.
اَذَّنَ بِالشَّىْءِ : Bir şeyi bilinir kıldı, haber verdi; duyurdu veya (halka) ilan etti.
اَذَّنَ بَالصَّلٰوةِ : Namaz esnasında ilan etti. (Mastar isim: اَذَانٌ ).
اَذَانٌ : Bir bildiri; duyuru; anons. Aynı zamanda, Müslümanların namaza çağrısı.
مُؤَذِّنٌ : Namaza çağrı yapan veya namaz vaktini duyuran kişidir.
اٰذَنَ : İlan etti, bildirdi.
اٰذَنَهُ بِالْاَمْرِ : Meseleyi ona anlattı veya onu bu konuda uyardı; meseleyi bilinir kıldı veya bildirdi.
اٰذَنَ لَهُ : Ona izin verdi veya onu bilgilendirdi ya da uyardı. ( تَاَذَّنَ ve اٰذَنَ eşanlamlıdır):
تَاَذَّنَ : Yemin etti, bildirdi.
اِسْتَاْذَنَ : İzin istedi.
اِسْتَاْذَنْتُهُ : Ondan izin istedim.
اِذْنٌ : İzin; bir şeyi yapmak için müsaade, bazen emir ve irade anlamındadır.
بِاِذْنِ اللّٰهِ : Allah’ın c.c. iradesi, izni veya emriyle.
فَعَلَهُ بِاِذْنِى : Bunu bilgim dahilinde yaptı.
اُذُنٌ ve اُذْنٌ : Kulak; kendine söyleneni dinleyen veya kendine söylenen söze riayet eden kişi.
رَجُلٌ اُذُنٌ : Herkesi dinleyen insan.
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
Tür | Adet | Anlam | Örnek | Açıklama | |
أَذِنَ | fiil-I | 23 | İzin verdi, kulak verdi | 53/26 | Meçhul: أُذِنَ Meçhul Muzari: يُؤْذَنُ |
أَذَّنَ | fiil-II | 3 | İlan etti | 22/27 | |
آذَنَ | fiil-IV | 2 | İlan etti, bildirdi | 21/109 | |
تَأَذَّنَ | fiil-V | 2 | Bildirdi | 14/7 | |
اِسْتَأْذَنَ | fiil-X | 12 | İzin istedi | 24/59 | |
أَذَانٌ | isim | 1 | İlan | 9/3 | |
مُؤَذِّنٌ | isim | 2 | İlan Eden, müezzin | 12/70 | |
إِذْنٌ | isim | 39 | İzin | 59/5 | |
أُذُنٌ | isim | 18 | Kulak | 69/12 | Çoğulu: آذَانٌ |
Toplam | 102 |
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
İzn (İzin) | إِذْن | Yasağı kaldırmak. Bir şeye ruhsat vermek. Yol vermek. Hizmetten çıkarmak. |
|
Üzn (Üzün) | أُذْن |
Kulak. İşitme organı.
| Çoğul: Âzân |
Üzânî(iyyü) | أُذَانِيّ | Kulakları büyük olan adam. (Merkepten kinaye olarak söylenmiştir.) |
|
Ezân | أَذاَن | Namaz vaktini bildirmek için müezzinin yüksek sesle yaptığı çağrı. |
|
Me’zene | مَأْذَنَة | Ezan okunacak yer. | Çoğul: Meâzin |
Me’zûn | مَأْذُون | 1: Bir okulu bitirerek diploma almış (kimse). 2: İzin almış, izinli. 3: Bir iş için yetki verilmiş, yetkili. |
|
Me’zuniyyet | مَأْذُونِيَّة | 1: Okulu bitirme. 2: İzinli olma durumu. |
|
Te’zîn | تَأْذِين | Ezan okutma. |
|
Müezzin | مُؤَذِّن | 1: Namaz vakitlerini bildirmek için ezan okuyan din görevlisi. 2: Sıkıntı, eziyet, zulüm. |
|
Îzân | إِيذٓان | Bildirmek. Ezan okumak. |
|
İstîzân | اِسْتِأْذَان | Yetki isteme, izin isteme. |
|
Müste’zin | مُسْتَأْذِن | İzin isteyen. |
|
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
أَذِنَ : Fiil-I. Meçhul: أُذِنَ Meçhul Muzari: يُؤْذَنُ
2:279 | فَإِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ |
Diyanet Meali: | Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle savaşa girdiğinizi bilin. |
7:123 | قَالَ فِرْعَوْنُ آمَنْتُمْ بِهِ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ |
Diyanet Meali: | Firavun, “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha!” dedi. |
9:43 | عَفَا اللَّهُ عَنْكَ لِمَ أَذِنْتَ لَهُمْ حَتَّىٰ يَتَبَيَّنَ لَكَ |
Diyanet Meali: | Allah, seni affetsin! (Doğru söyleyenler) sana iyice belli olup, (yalancıları bilinceye kadar beklemeden) niçin onlara izin verdin? |
9:49 | وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ ائْذَنْ لِي وَلَا تَفْتِنِّي |
Diyanet Meali: | Onlardan “Bana izin ver, beni fitneye (isyana) sevk etme” diyen de vardır. |
9:90 | وَجَاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ |
Diyanet Meali: | Bedevîlerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. |
10:59 | قُلْ آللَّهُ أَذِنَ لَكُمْ أَمْ عَلَى اللَّهِ تَفْتَرُونَ |
Diyanet Meali: | De ki: “Bunun için Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” |
12:80 | فَلَنْ أَبْرَحَ الْأَرْضَ حَتَّىٰ يَأْذَنَ لِي أَبِي أَوْ يَحْكُمَ اللَّهُ لِي |
Diyanet Meali: | “Artık babam bana izin verinceye veya Allah, hakkımda hükmedinceye kadar buradan asla ayrılmayacağım.” |
16:84 | وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا |
Diyanet Meali: | Kıyamet günü her ümmetten bir şahit göndereceğiz; sonra inkâr edenlere ne (özür dilemeleri için) izin verilecek, (ne de Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilecek). |
20:71 | قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ |
Diyanet Meali: | Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o (size sihiri öğreten) büyüğünüzdür.” dedi. |
20:109 | إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا |
Diyanet Meali: | (O gün), Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden (başkasının şefaati fayda vermez). |
22:39 | أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ |
Diyanet Meali: | Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeğe gücü yeter. * |
24:28 | فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فِيهَا أَحَدًا فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتَّىٰ يُؤْذَنَ لَكُمْ |
Diyanet Meali: | Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. |
24:36 | فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ |
Diyanet Meali: | Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde… |
24:62 | فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ |
Diyanet Meali: | İçlerinden dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. |
26:49 | قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ |
Diyanet Meali: | Firavun, “Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size (sihri öğreten) büyüğünüzdür…” dedi. |
33:53 | يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ إِلَّا أَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ اِلٰى طَعَامٍ |
Diyanet Meali: | Ey inananlar! Peygamber’in evlerine, yemeğe çağırılmaksızın (vakitli vakitsiz) girmeyin. |
34:23 | وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ |
Diyanet Meali: | Allah katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. |
42:21 | أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ |
Diyanet Meali: | Yoksa, Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine tutulacak yol kılan ortakları mı var? |
53:26 | إِلَّا مِنْ بَعْدِ أَنْ يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَرْضَىٰ |
Diyanet Meali: | Allah, dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, (göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz). |
77:36 | وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ |
Diyanet Meali: | Onlara izin de verilmez ki, özür dilesinler. * |
78:38 | لَا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَٰنُ وَقَالَ صَوَابًا |
Diyanet Meali: | Sadece Rahmân’ın izin vereceği ve doğru söyleyecek olan kimseler konuşabilecektir. |
84:2 | وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ |
Diyanet Meali: | (Gök yarıldığı) ve Rabbine boyun eğdiği zaman -ki ona yaraşan budur-, * |
84:5 | وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ |
Diyanet Meali: | Rabbini dinlediği zaman -ki ona yaraşan da budur- (insan yaptıklarını karşısında bulur!) * |
أَذَّنَ : Fiil-II.
7:44: | قَالُوا نَعَمْ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَنْ لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ |
Diyanet Meali: | Onlar, “Evet” derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye seslenir. |
12:70 | ثُمَّ أَذَّنَ مُؤَذِّنٌ أَيَّتُهَا الْعِيرُ إِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ |
Diyanet Meali: | Sonra da bir çağırıcı şöyle seslendi: “Ey kervancılar! Siz hırsızsınız.” |
22:27 | وَأَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَىٰ كُلِّ ضَامِرٍ |
Diyanet Meali: | İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, (gerek uzak yollardan gelen) yorgun develer üzerinde sana gelsinler. |
آذَنَ : Fiil-IV.
21:109 | فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ آذَنْتُكُمْ عَلَىٰ سَوَاءٍ |
Diyanet Meali: | Eğer yüz çevirirlerse, de ki: “(Bana emrolunanı, ayırım yapmadan) size eşit olarak bildirdim.” |
41:47 | وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ أَيْنَ شُرَكَائِي قَالُوا آذَنَّاكَ |
Diyanet Meali: | Allah onlara, “Nerede bana ortak koştuklarınız?” diye seslendiği gün şöyle derler: “Sana arz ederiz ki, (içimizden onları gören hiçbir kimse yok).” |
تَأَذَّنَ : Fiil-V.
7:167 | وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُوءَ الْعَذَابِ |
Diyanet Meali: | Hani Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü tattıracak kimseleri göndereceğini bildirmişti. |
14:7 | وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ |
Diyanet Meali: | Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım.” |
اِسْتَأْذَنَ : Fiil-X.
9:44 | لَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ |
Diyanet Meali: | Allah’a ve âhiret gününe iman edenler, (mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için) senden izin istemezler. |
9:45 | إِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ |
Diyanet Meali: | Ancak Allah’a ve ahiret gününe inanmayan … kimseler senden izin isterler. |
9:83 | فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ أَبَدًا |
Diyanet Meali: | Onlar (sefere) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz benimle birlikte ebediyyen çıkmayacaksınız.” |
9:86 | اسْتَأْذَنَكَ أُولُو الطَّوْلِ مِنْهُمْ وَقَالُوا ذَرْنَا |
Diyanet Meali: | Onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve “Bizi bırak da (oturup kalanlarla birlikte olalım)” dediler. |
9:93 | إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ أَغْنِيَاءُ |
Diyanet Meali: | Sorumluluk ancak, zengin oldukları hâlde senden izin isteyenleredir. |
24:58 | لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذِينَ مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ |
Diyanet Meali: | Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) … sizden izin istesinler. |
24:59 | وَإِذَا بَلَغَ الْأَطْفَالُ مِنْكُمُ الْحُلُمَ فَلْيَسْتَأْذِنُوا |
Diyanet Meali: | Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, (kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi) izin istesinler. |
24:59 | فَلْيَسْتَأْذِنُوا كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ |
Diyanet Meali: | Kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler. |
24:62 | وَاِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلَىٰ أَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتَّىٰ يَسْتَأْذِنُوهُ |
Diyanet Meali: | (Mü’minler ancak Allah’a ve peygamberine inanan), onunla beraber toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken ondan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir. |
24:62 | إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ أُولَٰئِكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ |
Diyanet Meali: | Senden izin isteyenler, işte onlar, Allah’a ve Peygamberine inananlardır. |
24:62 | فَإِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ |
Diyanet Meali: | O hâlde bazı işlerini görmek için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver. |
33:13 | وَيَسْتَأْذِنُ فَرِيقٌ مِنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ إِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ |
Diyanet Meali: | Onlardan bir başka grup da, “Evlerimiz açık (korumasız)” diyerek Peygamberden izin istiyorlardı. |
أَذَانٌ : İsim.
9:3 | وَأَذَانٌ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْأَكْبَرِ |
Diyanet Meali: | Hacc-ı ekber gününde , Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir bildiridir… |
مُؤَذِّنٌ : İsim. İsm-i Fâil. Tef’îl Bâbı (II. Bâb).
7:44 | قَالُوا نَعَمْ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَنْ لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ |
Diyanet Meali: | Onlar, “Evet” derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye seslenir. |
12:70 | ثُمَّ أَذَّنَ مُؤَذِّنٌ أَيَّتُهَا الْعِيرُ إِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ |
Diyanet Meali: | Sonra da bir çağırıcı şöyle seslendi: “Ey kervancılar! Siz hırsızsınız.” |
إِذْنٌ : İsim.
2:97 | قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَىٰ قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | De ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı senin kalbine indirmiştir.” |
2:102 | وَمَا هُمْ بِضَارِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. |
2:213 | فَهَدَى اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ |
Diyanet Meali: | Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. |
2:221 | أُولَٰئِكَ يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَاللَّهُ يَدْعُو إِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِإِذْنِهِ |
Diyanet Meali: | Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle, cennete ve bağışlanmaya çağırır. |
2:249 | كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır.” |
2:251 | فَهَزَمُوهُمْ بِإِذْنِ اللَّهِ وَقَتَلَ دَاوُودُ جَالُوتَ |
Diyanet Meali: | Derken, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût’u öldürdü. |
2:255 | مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ |
Diyanet Meali: | İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? |
3:49 | كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنْفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | “(Ben çamurdan) kuş şeklinde (bir şey yapar), ona üflerim. O da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir.” |
3:49 | وَأُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ وَأُحْيِي الْمَوْتَىٰ بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | “Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim.” |
3:145 | وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ كِتَابًا مُؤَجَّلًا |
Diyanet Meali: | Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. |
3:152 | وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللَّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِإِذْنِهِ |
Diyanet Meali: | Andolsun, Allah, izniyle, onları (müşrikleri) kırıp geçirdiğiniz sırada size olan va’dini gerçekleştirdi. |
3:166 | وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | İki topluluğun (ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah’ın izniyledir. |
4:25 | فَانْكِحُوهُنَّ بِإِذْنِ أَهْلِهِنَّ وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ |
Diyanet Meali: | Sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, mehirlerini de güzelce verin. |
4:64 | وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Biz her peygamberi sırf, Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. |
5:16 | وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَىٰ صِرَاطٍ |
Diyanet Meali: | Allah, onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir. |
5:110 | وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي |
Diyanet Meali: | Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun. |
5:110 | فَتَنْفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي |
Diyanet Meali: | Ve içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. |
5:110 | وَتُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ بِإِذْنِي |
Diyanet Meali: | Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. |
5:110 | وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتَىٰ بِإِذْنِي |
Diyanet Meali: | Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. |
7:58 | وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِإِذْنِ رَبِّهِ |
Diyanet Meali: | (Toprağı) iyi ve elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. |
8:66 | وَإِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ أَلْفٌ يَغْلِبُوا أَلْفَيْنِ بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. |
10:3 | مَا مِنْ شَفِيعٍ إِلَّا مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ |
Diyanet Meali: | O’nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O’na kulluk edin. |
10:100 | وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تُؤْمِنَ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. |
11:105 | يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ إِلَّا بِإِذْنِهِ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعِيدٌ |
Diyanet Meali: | O gün geldiği zaman Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan mutsuz (cehennemlik) olanlar da vardır, mutlu (cennetlik) olanlar da. * |
13:38 | وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ |
Diyanet Meali: | Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber bir mucize getiremez. Her ecelin (vadenin) bir yazısı vardır. |
14:1 | أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ |
Diyanet Meali: | (Bu Kur’an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarman için sana indirdiğimiz (bir kitaptır). |
14:11 | وَمَا كَانَ لَنَا أَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | “Allah’ın izni olmadıkça, bizim size bir delil getirmemiz haddimize değil.” |
14:23 | خَالِدِينَ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ تَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ |
Diyanet Meali: | (İnanan ve salih ameller işleyenler), Rablerinin izniyle, ebedî kalacakları (ve içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır). Oradaki esenlik dilekleri “selâm”dır. |
14:25 | تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا |
Diyanet Meali: | Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. |
22:65 | وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ |
Diyanet Meali: | İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. |
33:46 | وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُنِيرًا |
Diyanet Meali: | (Ey Peygamber! Biz seni) Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik. * |
34:12 | وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ |
Diyanet Meali: | Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. |
35:32 | وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. |
40:78 | وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadan bir mûcize getiremez. |
42:51 | أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ |
Diyanet Meali: | Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir. |
58:10 | لِيَحْزُنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَيْسَ بِضَارِّهِمْ شَيْئًا إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | (O kötü fısıltılar) iman edenleri üzmek için (ancak şeytandan kaynaklanmaktadır.) Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar verebilecek değildir. |
59:5 | مَا قَطَعْتُمْ مِنْ لِينَةٍ أَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَائِمَةً عَلَىٰ أُصُولِهَا فَبِإِذْنِ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | (Savaş gereği,) hurma ağaçlarından her neyi kestiniz, yahut (kesmeyip) kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa hep Allah’ın izniyledir. |
64:11 | مَا أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ |
Diyanet Meali: | Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir. |
97:4 | تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ مِنْ كُلِّ أَمْرٍ |
Diyanet Meali: | Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. * |
أُذُنٌ : İsim. Çoğulu: آذَانٌ
2:19 | يَجْعَلُونَ أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ |
Diyanet Meali: | Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. |
4:119 | وَلَآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الْأَنْعَامِ |
Diyanet Meali: | “(Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım) ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar.” |
5:45 | أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْأَنْفَ بِالْأَنْفِ وَالْأُذُنَ |
Diyanet Meali: | Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa (kulak, dişe diş kısas edilir). |
5:45 | وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْأَنْفَ بِالْأَنْفِ وَالْأُذُنَ بِالْأُذُنِ |
Diyanet Meali: | Göze göz, buruna burun, kulağa kulak… |
6:25 | وَجَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا |
Diyanet Meali: | Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (gereriz), kulaklarına ağırlık koyarız. |
7:179 | وَلَهُمْ آذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا أُولَٰئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ |
Diyanet Meali: | Kulakları olup da bunlarla işitmeyen (birçoklarını cehennem için var ettik). İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. |
7:195 | أَمْ لَهُمْ أَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ أَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا |
Diyanet Meali: | Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var, ya da işitecek kulakları mı var? |
9:61 | وَمِنْهُمُ الَّذِينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ أُذُنٌ |
Diyanet Meali: | Yine onlardan peygamberi inciten ve “O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır” diyen kimseler de vardır. |
9:61 | قُلْ أُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِينَ |
Diyanet Meali: | De ki: “O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah’a inanır, mü’minlere inanır (güvenir).” |
17:46 | وَجَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا |
Diyanet Meali: | Kur’an’ı anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. |
18:11 | فَضَرَبْنَا عَلَىٰ آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا |
Diyanet Meali: | Bunun üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık (Onları uyuttuk). * |
18:57 | إِنَّا جَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا |
Diyanet Meali: | Şüphesiz biz, onu anlamamaları için, kalplerine perdeler gerdik, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. |
22:46 | فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا |
Diyanet Meali: | (Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki), düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? |
31:7 | وَلَّىٰ مُسْتَكْبِرًا كَأَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا كَأَنَّ فِي أُذُنَيْهِ وَقْرًا |
Diyanet Meali: | (Ona âyetlerimiz okunduğu zaman); onları hiç işitmemiş gibi, kulağında bir ağırlık var da büyüklenerek arkasını döner. |
41:5 | وَقَالُوا قُلُوبُنَا فِي أَكِنَّةٍ مِمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ وَفِي آذَانِنَا وَقْرٌ |
Diyanet Meali: | Dediler ki: “(Ey Muhammed!) Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içerisindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık vardır.” |
41:44 | وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى |
Diyanet Meali: | İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. |
69:12 | لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَا أُذُنٌ وَاعِيَةٌ |
Diyanet Meali: | (Şüphesiz, Nûh zamanında su bastığı vakit, sizi gemide biz taşıdık ki), bu olayı sizin için bir uyarı yapalım ve belleyecek kulaklar da onu bellesin. * |
71:7 | جَعَلُوا أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ |
Diyanet Meali: | “(Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde) parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler…” |