KÖK HARFLER: ذ ل ل
ANLAM:
ذَلَّ : Bayağı, aşağılık, zelil, değersiz, aşağılanmış, hakir ve zayıf olmak. (Hayvan) kolay, uysal veya kontrol edilebilir hale gelmek. (Yol) kolayca seyahat edilebilmek için ezilmiş veya çiğnenmiş olmak.
AÇIKLAMA:
ذُلٌّ : Bir kahrın, zorlamanın ya da zorla, zor kullanarak boyun eğdirmenin sonucunda ortaya çıkan zillet, horluk veya hakirlik. Fiil olarak “Bir kahrın, zorlamanın ya da zorla, zor kullanarak boyun eğdirmenin sonucunda zelil, hor veya hakir hale geldi” anlamında ذَلَّ يَذِلُّ şeklinde kullanılır. Bu fiilin mastarı ذُلٌّ şeklinde gelir.
ذِلٌّ kelimesi ise, “ortada hiçbir kahır, zorlama ya da zorla, zor kullanarak boyun eğdirme olmaksızın bir inatçılıktan, direngenlikten, dik başladıktan veya itaatsizlikten ve bineğin serkeşlik gösterip üzerine bindirmemesinden sonra ortaya çıkan yumuşaklık, uysallık, itaatkarlık, yönetilebilirlik veya kontrol edilebilirlik. Fiil olarak ذَلَّ-يَذِلُّ şeklinde kullanılır. Bu fiilin mastırı ise ذِلٌّ şeklinde gelir.
Yüce Allah’ın şu sözüne gelince: وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ : Şefkatle onlara züll kanadını ger (17/24). Yani “o ikisi karşısında sanki makhûr gibi, bir zorlama ile ya da zorla, zor kullanarak boyun eğdirilmiş biri gibi ol.” Ayet جَنَاحَ الذِّلِّ şeklinde de okunmuştur. Buna göre ise, “o ikisine karşı yumuşak, söz dinler, nazik veya uysal ol ve onlara boyun eğ, itaat et” anlamına gelir.
Ayrıca اَلذُّلُّ وَالْقُلُّ ve اَلذُّلَّةُ وَالْقُلَّةُ şekillerinde de kullanılır.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ : Kendilerini bir alçaklık saracak (70/44). Yine şöyle buyurmuştur: وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ : Onlara alçaklık, yoksulluk damgası vuruldu (2/61). Yine şöyle buyurmuştur: سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا : Onlar, Rab’lerinden bir gazaba ve dünya hayatında bir alçaklığa uğrayacaklardır (7/152).
ذَلَّلَتِ الدَّابَةُ بَعْدَ شِمَاسٍ : Binek üzerine bindirmeyip serkeşlik gösterdikten sonra inatçı, direngen, dik başlı veya itaatsiz olmadı, yumuşak, uysal, itaatkar, yönetilebilir veya kontrol edilebilir hale geldi. Bu fiilin mastarı ذِلٌّ şeklinde gelir. “İnatçı, direngen, dik başlı veya itaatsiz olmayıp yumuşak, uysal, itaatkar, yönetilebilir veya kontrol edilebilir olan bineğe” ذَلُولٌ denir.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: إِنَّهَا بَقَرَةٌ لاَ ذَلُولٌ تُثِيرُ اْلأَرْضَ : O, boyunduruk altında ezilmemiş bir inektir. Yeri sürmez (2/71).
ذُلٌّ ne zaman insanın kendisi tarafından kendisine yönelik olursa övgüye değerdir. Mesela, أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ : Mü’minlere karşı boynu büküktürler (5/54).
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ بِبَدْرٍ وَأَنْتُمْ أَذِلَّةٌ : Andolsun, ezik olduğunuz bir sırada Allah size Bedir’de yardım etmişti (3/123). Yüce Allah’ın şu sözüne gelince: فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاً : Boyun bükerek Rabbinin yollarına koyul (16/69). Yani “hiçbir inatçılık, direngenlik, dik başlılık veya itaatsizlik göstermeden uysallıkla, itaat ederek veya boyun eğerek…”
Şu sözüne gelince: وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا : Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve meyveleri de aşağı eğdirilmiştir (76/14). Yani “onların koparılması kolaylaştırılmıştır”.
Ayrıca “İşler veya olaylar kendi mecrasında, yolunda câridir, akar veya gider” anlamında اَلْأُمُورُ تَجْرِي عَلَى أَذْلاَلِهَا denmiştir. (Müfredât)
DİĞER BAZI TÜREVLER:
ذَلَّ (geniş zaman يَذِلُّ mastar isim ذُلٌّ ve ذِلَّةٌ ve مَذَلَّةٌ): Bayağı, aşağılık, zelil, değersiz, aşağılanmış, hakir ve zayıf idi ya da o hale geldi. ذَلِيلٌ (ismi fail).
ذَلَّتِ الدَّابَّةُ : Hayvan kolay, uysal veya kontrol edilebilir hale geldi (ذَلُولٌ ismi fail).
ذَلَّ الطَّرِيقُ : Kolayca seyahat edilebilmek için yol ezilmiş veya çiğnenmişti ya da o hale geldi.
ذَلَّلَ Bir kimseyi veya hayvanı kolay, uysal, kontrol edilebilir, sakin, itaatkar yaptı veya o hale getirdi, (mastar isim: تَذْلِيلٌ)
ذُلِّلَ الْكَرَمُ : Üzüm asmasının dalları, kolayca toplanabilsin diye sarkıtıldı.
اَذَلَّهُ : Onun gururunu kırdı, küçük düşürdü, bayağı, aşağılanmış veya zayıf hale getirdi.
ذُلٌّ veya ذِلَّةٌ : Alçaklık; değersizlik; gururunu kırma, küçük düşürme, ve zayıflık; kolaylık, uysallık; teslimiyetçilik ve zayıflık; aynı zamanda, nezaket ve merhamet.
ذُلٌّ şu sözcükle de eş anlamlıdır: ذِلٌّ İmam Ragıp’a göre اَلذُّلُّ itaatin bir sonucudur ve اَلذِّلُّ itaatsizlikten sonra olandır.
ذِلٌّ : Ezilmiş patika, manasına da gelmektedir.
ذِلَّةٌ : Düşüklük, bayağılık, adilik, zillet, gururunu kırma, küçük düşürme ve zayıflık.
اَذِلَّاءُ ve اَذِلَّةٌ : (tekil hali ذَلِيلٌ) : Bayağı, aşağılık, adi, alçak, değersiz, aşağılanmış, aciz, zayıf, güçsüz; nazik, alçakgönüllü.
طَرِيقٌ ذَلِيلٌ : Düzgün veya dümdüz bir yol.
ذَلُولٌ : (Bir hayvan için kullanılır) kolay, uysal, itaatkar veya kontrol edilebilir.
ذَلُولٌ : Toprak veya zemin için kullanıldığında, kolayca seyahat edilebilecek veya üzerinde gidilmesi için kolay, düz veya pürüzsüz hale getirilmiş, manasına gelmektedir. ذُلَلٌ (çoğul hali).
اَذَلٌّ : Daha veya en zelil.
اَذَلِّينَ (çoğul hali) : En düşük olan.
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
| Tür | Adet | Anlam | Örnek |
ذَلَّ | fiil-I | 1 | Zillet gösterdi, hakir ve zelil oldu, alçak ve aşağılık oldu | 20/134 |
ذَلَّلَ | fiil-II | 2 | Hazırladı, tesviye etti, kolaylaştırdı, boyun eğdirdi, ehlileştirdi | 76/14 |
أَذَلَّ | fiil-IV | 1 | Zelil kıldı, boyun eğdirdi, alçalttı | 3/26 |
أَذَلُّ | isim | 2 | En hor ve hakir hale gelen, daha zelil, daha düşük, en aşağılık | 63/8 |
أَذِلَّةٌ | isim | 4 | Hor ve hakir görülen (çoğul) | 5/54 |
ذُلٌّ | isim | 3 | Yumuşaklık, bağlılık | 17/24 |
ذُلُلٌ | isim | 1 | (Yollar) açık, gezilmesi (gidip gelmesi) kolay, hazırlanmış; (arı, bal yapma işine) ehil hâle getirilmiş | 16/69 |
ذَلُولٌ | isim | 2 | (Hayvan) kolay, uysal, itaatkar veya kontrol edilebilir | 2/71 |
ذِلَّةٌ | isim | 7 | (Herhangi bir zorlamadan dolayı) zillet göstermek, hakir ve zelil olmak | 3/112 |
تَذْلِيلٌ | isim | 1 | Hazırlamak, tesviye etmek, kolaylaştırmak; boyun eğdirmek, ehlileştirmek, ehil hale getirmek | 76/14 |
| Toplam | 24 |
|
|
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Kök Harflerinin Yer Değişimi
Mahreci Benzeyen Kökler
Benzer Manada Kelimeler
- ذَلَّ
- ذُلٌّ
- تَذْلِيلٌ
Zıt Manada Kelimeler
- ذَلَّ
- ذُلٌّ
- تَذْلِيلٌ
AÇIKLAMA:
TEVÂZU‘ ile TEZELLÜL kelimeleri arasındaki fark
( و ض ع – ذ ل ل )
Tezellül, “boyun eğilen kimseye direnme konusunda acziyet göstermek ve karşı tarafın baskın olduğunu kabul etmek”tir. Tevâzu‘ ise, “karşısındaki kişiye direnmeye gücü yetse bile alçak gönüllü olarak davranmak”tır (Farklar Sözlüğü 369) Bknz: ( و ض ع )
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
Züll | ذُلّ | Zillette oluş. Horluk. |
|
Zelîl | ذَلِيل | Hor görülen, aşağı tutulan, aşağılanan. Alçak. | Çoğul: Ezille |
Zelûl | ذَلُول | Yumuşak huylu. | Çoğul: Zülül |
Zillet | ذِلَّة | Aşağılık. Horluk. |
|
Mezellet | مَذَلَّة | Zelillik. |
|
Ezell | أَذَلّ | Daha zelil, çok aşağılık kimse. |
|
Tezlîl | تَذْلِيل | Birisini tahkir etme, aşağılatma. Zelil ve hakir bulma. |
|
İzlâl | إِذْلَال | Alçaltmak. |
|
Tezellül | تَذَلُّل | Aşağılanmak. Zillete katlanmak. |
|
Mütezellil | مُتَذَلِّل | Tezellül eden. Alçalan. |
|
İstizlâl | اِسْتِذْلَال | Aşağılık ve zelil görme. |
|
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
ذَلَّ : Fiil-I.
20:134 | لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَذِلَّ وَنَخْزَىٰ |
Diyanet Meali: | “Keşke bize bir peygamber gönderseydin de alçalıp rezil olmadan önce âyetlerine uysaydık.” |
ذَلَّلَ : Fiil-II.
36:72 | وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ |
Diyanet Meali: | Biz, o hayvanları kendilerine boyun eğdirdik. Onlardan bir kısmı binekleridir, bir kısmını da yerler.* |
76:14 | وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا |
Diyanet Meali: | Üzerlerine cennetin gölgeleri sarkmış, cennetin meyveleri (kolayca alınacak şekilde) yakınlaştırılarak hazırlanmıştır.* |
أَذَلَّ : Fiil-IV.
3:26 | تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ |
Diyanet Meali: | Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. |
أَذَلُّ : İsim.
58:20 | إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُولَٰئِكَ فِي الْأَذَلِّينَ |
Diyanet Meali: | Allah’a ve peygamberine düşman olanlar var ya, işte onlar en aşağı kimselerin arasındadırlar.* |
63:8 | يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ |
Diyanet Meali: | Onlar, “Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır” diyorlardı. |
أَذِلَّةٌ : İsim.
5:54 | أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ |
Diyanet Meali: | Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. |
27:34 | وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً |
Diyanet Meali: | Halkının ileri gelenlerini zelil hâle getirirler. |
3:123 | وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللَّهُ بِبَدْرٍ وَأَنْتُمْ أَذِلَّةٌ فَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ |
Diyanet Meali: | Andolsun, siz son derece güçsüz iken Allah size Bedir’de yardım etmişti. O hâlde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.* |
27:37 | وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَا أَذِلَّةً |
Diyanet Meali: | Onları oradan aşağılanmış olarak çıkarırız. |
ذُلٌّ : İsim.
17:24 | وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ |
Diyanet Meali: | Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir.. |
17:111 | وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ |
Diyanet Meali: | (Hamd) mülkte ortağı olmayan, zillet ve âcizliğin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan (Allah’a mahsustur). |
42:45 | وَتَرَاهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِعِينَ مِنَ الذُّلِّ |
Diyanet Meali: | Ateşe sunulurken onların zilletten başlarını öne eğmiş görürsün. |
ذُلُلٌ : İsim.
16:69 | ثُمَّ كُلِي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًا |
Diyanet Meali: | “Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına gir.” |
ذَلُولٌ : İsim.
2:71 | قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُثِيرُ الْأَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَ |
Diyanet Meali: | Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki; o, çift sürmek, ekin sulamak için boyunduruğa vurulmamış bir sığırdır.” |
67:15 | هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ ذَلُولًا فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ |
Diyanet Meali: | O, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi onun üzerinde yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin. |
ذِلَّةٌ : İsim.
2:61 | وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَاءُوا بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ |
Diyanet Meali: | Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. |
3:112 | ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُوا إِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللَّهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ |
Diyanet Meali: | Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ve (mü’min) insanların güvencesine sığınmadıkça kendilerini zillet kaplamıştır. |
7:152 | إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا |
Diyanet Meali: | Buzağıyı ilâh edinenlere mutlaka (ahirette) Rablerinden bir gazab, dünya hayatında ise bir zillet erişecektir. |
10:26 | لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَىٰ وَزِيَادَةٌ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌ |
Diyanet Meali: | Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. |
10:27 | وَالَّذِينَ كَسَبُوا السَّيِّئَاتِ جَزَاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ |
Diyanet Meali: | Kötü işler yapmış olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir zillet kaplayacaktır. |
68:43 | خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ |
Diyanet Meali: | Gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde… Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.* |
70:44 | خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ذَٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ |
Diyanet Meali: | Gözleri inmiş, kendilerini zillet kaplamış bir hâlde (mezarlarından süratle çıkacakları o günü hatırla!) İşte o, uyarıldıkları gündür.* |
تَذْلِيلٌ : İsim. Masdar. İf’âl Bâbı (IV. Bâb).
76:14 | وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا |
Diyanet Meali: | Üzerlerine cennetin gölgeleri sarkmış, cennetin meyveleri (kolayca alınacak şekilde) yakınlaştırılarak hazırlanmıştır.* |