KÖK HARFLER: ع ي ن
ANLAM:
عَانَ : Bir kimseyi kem gözüyle cezalandırmak. Halka haber getirmek. (Su) akmak. Kuyunun içinde bolca su olmak.
عَيِنَ : Gözünün karası büyük ve geniş olmak, geniş kara gözleri olmak.
AÇIKLAMA:
xx
DİĞER BAZI TÜREVLER:
عَانَ (geniş zaman يَعِينُ mastar isim عَيْنٌ):
عَانَ الرَّجُلُ : O kimseyi kem gözüyle cezalandırdı.
عَانَ عَلَى الْقَوْمِ (mastar isim عِيَانَةٌ ) : Halk için bir gözcü oldu.
عَانَ الْقَوْمَ : Halka haber getirdi.
عَانَ الْمَاءُ : Su aktı.
عَانَتِ الْبِئْرُ : Kuyunun içinde bolca su vardı.
عَيِنَ (mastar isim عَيَنٌ ): Gözünün karası büyük ve genişti, geniş kara gözleri vardı.
عَيْنٌ : Göz, görme organı; görüş, bakış; bir efendi veya lider, büyük ve soylu bir kimse (çoğul hali اَعْيَانٌ ).
لَقِيتُهُ اَوَّلَ عَيْنٍ : O şeyi ilk onda gördüm.
صَنَعَ ذٰلِكَ عَلَى عَيْنٍ : O şeyi bilerek veya cidden birinin himayesinde ve şerefine yaptı.
اَنْتَ عَلَى عَيْنِى : Sen başımın üzerinde saygı görmeyi ve korunmayı hak ediyorsun, (şunun gibi اَنْتَ عَلَى رَاْسِى).
عَيْنٌ iğne deliği; bir ağacın gözü veya tomurcuğu; filizlenen ot; bir casus; kem göz veya nazar, manasına da gelmektedir.
اَصَابَتْ فُلَانًا عَيْنٌ : Kem göz falanca birini çarptı.
اَعْيَانٌ : Efendiler, liderler, soylu, seçkin ve asil kimseler.
اَعْيَانٌ aynı babadan ve anadan erkek kardeşler, anlamına da gelmektedir.
عَيْنٌ bir şeyin en seçilmiş veya en iyisi; mülk; nakit para; bir hediye, armağan; altın; Güneş, manasına da gelmektedir.
طَلَعَتِ الْعَيْنُ : Güneş yükseldi.
اَلْعَيْنُ bilgi ya da kesin veya belirli bilgi, anlamına da gelmektedir (عَيْنُ الْيَقِينِ); kudret; sağlık ve güvenlik; susuzluk; biçim; özellikle namazda, bir kimsenin yöneldiği nokta veya istikamet; bir tartı veya bir denge, vb. Bir insan; bir hane halkı, manasına da gelmektedir.
عَيْنُ اليَقِينِ = yakînin ta kendisi, gözle görürcesine kat’î.
مَا بِهَا عَيْنٌ : Evde kimse yok.
عَيْنٌ : Haberleri araştıran veya ortaya çıkaran biri (çoğul hali اَعْيُنٌ).
عَيْنٌ : Su çıkan yer, kaynağı veya pınarı; bir şelale; bir akarsu; bir kuyudaki suyun bolluğu (çoğulları: عُيُونٌ ve اَعْيُنٌ).
اَعْيَنُ (çoğul hali عِينٌ ) : Gözü büyük olan, büyük ve geniş kara gözlere sahip bir insan (dişil hali: عَيْنَاءُ).
عَيْنَاءُ yabani bir inek; geniş, kara gözleri olan koyun veya keçi; iyi ve güzel bir ifade veya sözcük, manasına da gelmektedir.
مَاءٌ مَعِينٌ : Bir kimsenin kazarak suyuna ulaştığı pınarlar veya kaynaklar; görünür olan, gözle görünen, yüzeyde akan su; akarsu pınarı.
مَعِينٌ : Göz önünde (açıkta) bulunan su kaynağı.
قُرَّةُ عَيْنٍ = göz aydınlığı, sevinç.
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
Tür | Adet | Anlam | Örnek | Açıklama | |
عَيْنٌ | isim | 57 | Kaynak, göz, pınar, çeşme | 5/45 | Çoğulu: أَعْيُنٌ – عُيُونٌ |
عِينٌ | isim | 4 | Güzel gözlü (ceylan gözlü) kadın (çoğul) | 52/20 | Tekil: عَيْنَاءُ |
Toplam | 61 |
AÇIKLAMA:
Bazı kaynaklar, bu kök altında مَعِينٌ kelimesini de ele almışlardır. Bu kelimeye “Göz önünde (açıkta) bulunan su kaynağı” anlamı vermişilerdir. O takdirde, 4 tane مَعِينٌ kelimesinin geçmesi ile birlikte, bu kökün Kur’an’da geçiş sayısı 65 olmaktadır. (Örnek ayet numarası: 23/50) Biz bu kelimeyi (م ع ن) kökünde inceledik.
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Kök Harflerinin Yer Değişimi
Mahreci Benzeyen Kökler
Benzer Manada Kelimeler
- عَيْنٌ (a)
- عَيْنٌ (b)
- عَيْنٌ (c)
- عَيْنٌ (d)
Zıt Manada Kelimeler
- عَيْنٌ
- نَقْدٌ
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
Ayn | عَيْن | 1: Göz, pınar, kaynak. 2: Çeşme. 3: Zat. | Çoğulu: A’yun, Uyûn, A’yân |
Aynî | عَيْنِى | 1: Gözle ilgili. 2: Para olarak değil, madde olarak verilen. | |
Aynâ | عَيْنَا | Gözü güzel ve iri olan. | |
A’yân | أَعْيَان | 1: Gözler. 2: İleri gelenler. | |
Aynen | عَيْنًا | Bir şeyin aslı veya kendisi olarak. | |
Aynı | ——— | Ayırt edilemeyecek kadar benzeri, özdeşi, tıpkısı. | |
Ayniyye | عَيْنِيَّة | Göz hastalıkları kliniği. | |
Ayniyyet | عَيْنِيَّة | Bir şey veya şahsın aynı veya kendisi olması. | |
Ayniyyât | عَيْنِيَّات | Kullanılmaya veya harcanmaya elverişli olup taşınabilen ve para eden şeyler. | |
Î(y)n | عِين | 1: Aynalar. 2: İri ve güzel gözlüler. 3: Yabani hayvanların barınağı, yuvası. 4: Mağara. | |
İ’yân | إِعْيَان | Gözle görülen. | |
Ta’yîn | تَعْيِين | 1: Ayırma. 2: Belli etme. 3: Erzak. | |
Muayyen | مُعَيَّن | Belli, belirli. | |
Muâyene | مُعَايَنَة | 1: Zahir ve aşikare olmak, görünmek, belli olmak. 2: Gözden geçirme. | |
Taayyun | تَعَيُّن | Meydana çıkmak. | |
Müteayyin | مُتَعَيِّن | Karar verilmiş. | |
Lalettayin | لَا عَلَي التَّعْيِين | Gelişigüzel |
Lalettayin kelimesi, “tayin edilmemiş, muayyen olmayan, belirsiz” anlamındaki lâ ale’t ta’yîn (لَا عَلَي التَّعْيِين) deyiminden gelmektedir. (Nişanyan Sözlük)
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
عَيْنٌ : İsim. Çoğulu: أَعْيُنٌ – عُيُونٌ
2:60 | فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا |
Diyanet Meali: | Biz de, “Asanı kayaya vur” demiştik, böylece kayadan on iki pınar fışkırmıştı. |
3:13 | يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِ |
Diyanet Meali: | (Onları) göz bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. |
5:45 | وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ |
Diyanet Meali: | Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, (göze) göz… |
5:45 | بِالْعَيْنِ وَالْأَنْفَ بِالْأَنْفِ وَالْأُذُنَ بِالْأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ |
Diyanet Meali: | Göze (göz), buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (kısas edilir). |
5:83 | تَرَىٰ أَعْيُنَهُمْ تَفِيضُ مِنَ الدَّمْعِ |
Diyanet Meali: | Gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. |
7:116 | فَلَمَّا أَلْقَوْا سَحَرُوا أَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ |
Diyanet Meali: | Bunun üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. |
7:160 | فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا |
Diyanet Meali: | (Vurunca) taştan on iki pınar fışkırdı. |
7:179 | لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا |
Diyanet Meali: | Kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen … (birçoklarını cehennem için var ettik). |
7:195 | أَمْ لَهُمْ أَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ أَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَا |
Diyanet Meali: | Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? |
8:44 | وَإِذْ يُرِيكُمُوهُمْ إِذِ الْتَقَيْتُمْ فِي أَعْيُنِكُمْ قَلِيلًا |
Diyanet Meali: | Hani karşılaştığınız zaman onları gözlerinize az gösteriyordu. |
8:44 | وَيُقَلِّلُكُمْ فِي أَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللَّهُ أَمْرًا كَانَ مَفْعُولًا |
Diyanet Meali: | Sizi de onların gözlerinde azaltıyordu ki Allah, olacak bir işi gerçekleştirsin. |
9:92 | تَوَلَّوْا وَأَعْيُنُهُمْ تَفِيضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَنًا أَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَ |
Diyanet Meali: | Bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere (de bir sorumluluk yoktur). |
11:31 | وَلَا أَقُولُ لِلَّذِينَ تَزْدَرِي أَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللَّهُ خَيْرًا |
Diyanet Meali: | Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah, onlara asla hiçbir hayır vermez” de diyemem. |
11:37 | وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا |
Diyanet Meali: | “Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap.” |
12:84 | وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظِيمٌ |
Diyanet Meali: | Ve üzüntüden iki gözüne ak düştü. O artık acısını içinde saklıyordu. |
15:45 | إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, cennetler içinde ve pınarlar başındadır. * |
15:88 | لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ |
Diyanet Meali: | Kâfirlerden bir kısmını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. |
18:28 | وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا |
Diyanet Meali: | Dünya hayatının zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. |
18:86 | حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ |
Diyanet Meali: | Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu. |
18:101 | الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاءٍ عَنْ ذِكْرِي |
Diyanet Meali: | (O gün cehennemi) gözleri Zikr’ime (Kur’an’a) karşı perdeli olan (ve onu dinleme zahmetine dahi katlanamayan kâfirlerin karşısına bütün dehşetiyle dikeriz)! |
19:26 | فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا |
Diyanet Meali: | “Ye, iç, gözün aydın olsun.” |
20:39 | وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَىٰ عَيْنِي |
Diyanet Meali: | “Sana da, ey Mûsâ, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım.” |
20:40 | فَرَجَعْنَاكَ إِلَىٰ أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ |
Diyanet Meali: | Derken, gözü aydın olsun, üzülmesin diye seni annene döndürdük. |
20:131 | وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ |
Diyanet Meali: | Onlardan bazı kesimlere, (kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak) verdiğimiz şeylere gözünü dikme. |
21:61 | قَالُوا فَأْتُوا بِهِ عَلَىٰ أَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ |
Diyanet Meali: | (Bir kısmı da) “O hâlde haydi, onu insanların gözü önüne getirin. Belki (bu konuda) şahitlik ederler” dediler. * |
23:27 | فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا |
Diyanet Meali: | Bunun üzerine Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye vahyettik. |
25:74 | رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ |
Diyanet Meali: | “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl…” |
26:57 | فَأَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ |
Diyanet Meali: | Biz de (Firavun’un kavmini) bahçelerden, pınar başlarından, (servetlerden ve iyi bir konumdan) çıkardık. * |
26:134 | وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ |
Diyanet Meali: | Bahçeler ve pınarlar… |
26:147 | فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ |
Diyanet Meali: | Bahçelerde, pınar başlarında…* |
28:9 | وَقَالَتِ امْرَأَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ لِي وَلَكَ |
Diyanet Meali: | Firavun’un karısı şöyle dedi: “Bana da, sana da göz aydınlığı (bir çocuk)!” |
28:13 | فَرَدَدْنَاهُ إِلَىٰ أُمِّهِ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ |
Diyanet Meali: | Böylece biz, anasının gözü aydın olsun ve üzülmesin, (Allah’ın va’dinin hak olduğunu bilsin) diye onu anasına geri döndürdük. |
32:17 | فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَا أُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ أَعْيُنٍ |
Diyanet Meali: | Hiç kimse, (yapmakta olduklarına karşılık olarak), onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez. |
33:19 | تَدُورُ أَعْيُنُهُمْ كَالَّذِي يُغْشَىٰ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ |
Diyanet Meali: | (Korku geldiğinde ise), üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri dönerek (sana baktıklarını görürsün). |
33:51 | ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَنْ تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ |
Diyanet Meali: | Bu onların gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri … için daha uygundur. |
34:12 | وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ |
Diyanet Meali: | Süleyman’ın emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgârı verdik. Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık. |
36:34 | وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَأَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا فِيهَا مِنَ الْعُيُونِ |
Diyanet Meali: | Orada hurmalıklar, üzüm bağları var ettik ve içlerinde pınarlar fışkırttık. * |
36:66 | وَلَوْ نَشَاءُ لَطَمَسْنَا عَلَىٰ أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَأَنَّىٰ يُبْصِرُونَ |
Diyanet Meali: | Eğer dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu hâlde) yola koyulmak için didişirlerdi. Fakat nasıl görecekler ki?! * |
40:19 | يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ |
Diyanet Meali: | Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir. * |
43:71 | وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ |
Diyanet Meali: | Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. |
44:25 | كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ |
Diyanet Meali: | Onlar geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar. * |
44:52 | فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ |
Diyanet Meali: | Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. * |
51:15 | إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar … cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. * |
52:48 | وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَإِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا |
Diyanet Meali: | Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin… |
54:12 | وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ |
Diyanet Meali: | Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti. * |
54:14 | تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ |
Diyanet Meali: | Gemi, inkâr edilen kimseye (Nuh’a) bir mükâfat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu. * |
54:37 | وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ |
Diyanet Meali: | Andolsun, onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. |
55:50 | فِيهِمَا عَيْنَانِ تَجْرِيَانِ |
Diyanet Meali: | İçlerinde akan iki pınar vardır. * |
55:66 | فِيهِمَا عَيْنَانِ نَضَّاخَتَانِ |
Diyanet Meali: | İçlerinde kaynayan iki pınar vardır. * |
76:6 | عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْجِيرًا |
Diyanet Meali: | Bir pınar ki Allah’ın kulları ondan içer, onu (istedikleri şekilde) fışkırtıp akıtırlar. * |
76:18 | عَيْنًا فِيهَا تُسَمَّىٰ سَلْسَبِيلًا |
Diyanet Meali: | Orada bir pınar ki ona “selsebil” adı verilir. * |
77:41 | إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ |
Diyanet Meali: | Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, gölgeler içinde ve pınar başlarındadırlar. * |
83:28 | عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا الْمُقَرَّبُونَ |
Diyanet Meali: | Bir pınar ki, Allah’a yakın olanlar ondan içerler. * |
88:5 | تُسْقَىٰ مِنْ عَيْنٍ آنِيَةٍ |
Diyanet Meali: | Son derece kızgın bir kaynaktan içirilirler. * |
88:12 | فِيهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌ |
Diyanet Meali: | Orada akan bir kaynak vardır. * |
90:8 | أَلَمْ نَجْعَلْ لَهُ عَيْنَيْنِ |
Diyanet Meali: | Biz ona iki göz, (bir dil, iki dudak) vermedik mi? * |
102:7 | ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقِينِ |
Diyanet Meali: | Yine andolsun, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz. * |
عِينٌ : İsim.
37:48 | وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ |
Diyanet Meali: | Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır. * |
44:54 | كَذَٰلِكَ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ عِينٍ |
Diyanet Meali: | İşte böyle. Ayrıca onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirmişizdir. * |
52:20 | مُتَّكِئِينَ عَلَىٰ سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ عِينٍ |
Diyanet Meali: | (Onlara, “Dünya’da yapmakta olduklarınızın karşılığında), sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak (afiyetle yiyin için” denir). Biz, onlara, iri gözlü güzel hurileri eş olarak vermişizdir. * |
56:22 | وَحُورٌ عِينٌ |
Diyanet Meali: | İri gözlü huriler…* |