KÖK HARFLER: و ح ي
ANLAM:
وَحَى : İşaret ile iletişim kurmak ya da emretmek, bir talepte bulunmak. (Birisiyle) gizlice konuşmak ya da (onunla) başkalarının duyamayacağı bir biçimde konuşmak.
AÇIKLAMA:
x
وَحْيٌ kelimesi temelde, “süratli bir şekilde işaret etmek” demektir. Sürat anlamını içermesinden dolayı, “süratli, çabuk iş” anlamında أَمْرٌ وَحْيٌ denilmiştir. وَحْيٌ
- “Remz, işaret ve ima yoluyla konuşma” şeklinde olur.
- Kimi zaman da 1) “terkipten soyutlanmış bir ses” aracılığıyla, 2) “el ve ayaklardan biriyle işaret ederek” ve 3) “yazı” ile olur. Yüce Allah’ın Zekeriyya (a.s.)’dan naklen söylediği şu sözü bu anlama hamledilmiştir: فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ مِنَ الْمِحْرَابِ فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ أَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيًّا Nihâyet (bir gün konuşamayınca) mihraptan kavmine karşı çıktı da onlara Sabah ve akşam (Rabbinizi) tesbih edin, diye işaret etti (19/11).
- Bir görüşe göre bu, “remz, dudaklarla, gözle, kaşla, ağızla veya dille işaret etme” şeklindedir.
- Bir görüşe göre, “itibar” şeklindedir.
- Başka bir görüşe göre ise, “yazma” şeklindedir.
Yüce Allah’ın şu sözü de bu anlamlara hamledilmiştir: وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الْإِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا Biz böylece, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık; onlar birbirini aldatmak için süslü sözlerle vesvese verirler (6/112).
Yüce Allah’ın şu sözüne gelince: وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَى أَوْلِيَائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ Şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar (6/121). Bu, Yüce Allah’ın مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ O sinsi vesvesecinin şerrinden (114/4) sözünde ve Allah Rasulünün (s.a.v.) إِنَّ لِلْمَلَكِ لَمَّةٌ وَلِلشَّيْطَانِ لَمَّةٌ (Şüphesiz meleğin de bir dokunuşu, telkini vardır; şeytanın da bir dokunuşu, telkini vardır) sözünde işaret edilen “vesveseler” aracılığıyla olur.
Yüce Allah’ın nebilerine (a.s.) ve evliyalarına, dostlarına ilkâ edilen ilahî kelimeye” وَحْيٌ denir. Yüce Allah’ın وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَنْ يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلاَّ وَحْيًا أَوْ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahiy eder (42/51) sözünde işaret edildiğine göre bu, çeşitli şekillerde olur. Yani vahiy:
- Ya “zâtı görülen ve sözü işitilen, hazırda mevcut olan bir rasul aracılığıyla” olur. Mesela Cebrail (a.s.)’ın Hz. Peygambere, belirli bir surette gelip vahyi tebliğ etmesi gibi.
- Ya “gözle görmeksizin, yalnızca sözü duyma” şeklinde olur. Mesela Musa (a.s.)’ın Yüce Allah’ın sözünü duyması gibi.
- Ya “kalbe ilkâ edilmesi” şeklinde olur. Nitekim Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle zikretmiştir: إِنَّ رُوحَ اْلقُدُسِ نَفَثَ فِي رُوعِي : Rûhu’l-Kudüs (Kutsal Ruh/Cebrail a.s.), benim kalbime üfürdü/ilkâ etti.
- Ya “ilham” yoluyla olur. Mesela: وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ Musa’nın anasına Onu emzir, diye vahyetti (28/7).
- Ya “teshîrle, zorla boyun eğdirip belirli bir amaca ya da amaçlara sevk etme” şeklinde olur. Mesela: وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ Rabbin bal arısına şöyle vahyetti (16/68).
- Ya da “uykuda” olur. Nitekim Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: اِنْقَطَعَ اْلوَحْيُ وَبَقِيتِ اْلمُبَشِّرَاتُ رُؤْيَا اْلمُؤْمِنِ Vahiy, artık kesilmiştir; geriye sadece mübeşşirât: müjdeler kalmıştır. Mü’minin gördüğü rüya bunlardan biridir.
إِلاَّ وَحْيًا Ancak bir vahiy olarak (42/51) sözü, “ilhama”, “teshîre”, ve “uykuya” delalet eder. أَوْ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ Ya da perde arkasından (42/51) sözü, “gözle görmeden, yalnızca sözü duymaya” delalet eder. أَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِي Ya da bir elçi gönderir de o da vahyeder (42/51) sözü, “Cebrail a.s.’ın belirli bir surette gelip vahyi tebliğ etmesine” delalet eder.
Yüce Allah’ın şu sözüne gelince: وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ Kendisine hiçbir şey vahyedilmediği hâlde: bana vahiy edildi, diyen ve: diye iddiada bulunandan daha zalim kim olabilir? (6/93). Burada, hakikatte öyle bir şey gerçekleşmemişken, zikrettiğimiz vahiy türlerinden herhangi birinin kendisinde gerçekleştiğini iddia eden kimse yerilmektedir.
Şu sözüne gelince: وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ إِلاَّ نُوحِي إِلَيْهِ Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahyetmiş olmayalım… (21/25). Bu vahiy, vahyi türlerinin tümünde geneldir. Zira, Yüce Allah’ın vahdaniyetinin bilinmesi ve O’na ibadetin vucubiyetinin bilinmesi, yalnızca ulu’l-azm olan rasullere has değildir. Aksine bu, işitme yoluyla bilinebileceğine gibi, akıl ve ilham yoluyla da bilinir. Öyleyse ayette asıl maksat, herhangi bir rasulün, Allah’ın (c.c.) vahdaniyetini ve O’na ibadetin vucubiyetini bilmemesinin muhal olduğuna dikkatleri çekmektir.
Şu sözüne gelince: وَإِذْ أَوْحَيْتُ إِلَى الْحَوَارِيِّنَ اَنْ اٰمِنُوا بِ۪ي وَبِرَسُولِي Hani Havarilere: Bana ve Resûlüme iman edin, diye vahyetmiştim (5/111). Bu vahiy “İsa (a.s.)’ın aracılığıyla gerçekleşen bir vahiydir”.
Şu sözüne gelince: وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ Onlara kendilerine hayırlı işler yapmayı vahyettik; (21/73). Bu, “nebiler vasıtasıyla gerçekleşen ümmetlere vahyetmeyi” ifade eder.
Şu ayette zikr edilen vahyi Hz. Peygambere (s.a.v.) has olan vahiydir: وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ (Ey Muhammed!) Sana vahyolunana uy (10/109); إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ Ben ancak bana vahyolunana uyarım; (10/15); قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ De ki: Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ne var ki, bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor (18/110).
Şu sözüne gelince: وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ Biz Musa ile kardeşine şöyle vahyettik (10/87). Yüce Allah’ın Musa (a.s.)’a vahyi, Cebrail (a.s.) aracılığıyladır. Harun (a.s.)’a vahyi ise, hem Cebrail (a.s.)’ın hem de Musa (a.s.)’ın aracılığıyladır.
Şu sözüne gelince: إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى المَلاَئِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ İşte o anda Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu: “Ben sizinle beraberim…” (8/12). Söylendiğine göre onlara iletilen bu vahiy, Levh-i mahfuz ve Kalem aracılığıyla gerçekleşmiştir.
Şu sözüne gelince: وَأَوْحَى فِي كُلِّ سَمَاءٍ أَمْرَهَا Her göğe kendi işini vahyetti (41/12). Eğer bu vahiy yalnızca gök ehline yönelikse, bu durumda kendilerine vahyedilenler ayette zikr edilmeyip hazf edilmiş olmaktadır. Bu durumda Yüce Allah burada sanki أَوْحَى إِلَى الْمَلٓائِكَةِ (meleklere vahyetti) demiş olur. Çünkü gök ehli olanlar, meleklerdir. Bu bakımdan Yüce Allah’ın bu sözü şu sözü gibi olmaktadır: إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى اْلمَلاَئِكَةِ İşte o anda Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu (8/12). Eğer kendisine vahyedilen, gökler ise o zaman bu vahiy, göğün diri olmadığını söyleyenlere göre bir “teshîri, zorla boyun eğdirip belirli bir amaca ya da amaçlara sevk etmeyi” ifade eder. Diri olduğunu söyleyenlere göre ise, bir “konuşmayı” ifade eder.
Şu sözüne gelince: بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَى لَهَا O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır (99/5). Bu, birinciye yakındır.
Şu sözüne gelince: وَلاَ تَعْجَلْ بِالْقُرْآَنِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُلْ رَبِّ زِدْنِيعِلْمًا (Ey Muhammed!) Kur’ân sana vahyedilirken, vahiy bitmeden önce Kur’ân’ı okumada acele etme… (20/114). Burada, acele etmeden teenniyle dinlemeye, onu almada ve anlamada acele etmemeye yönelik bir teşvik bulunmaktadır. (Müfredât)
DİĞER BAZI TÜREVLER:
وَحَى (mastar isim وَحْىٌ) ve اَوْحَى : İşaret ile iletişim kurdu; işaret etti; emretti; bir talepte bulundu; (onunla) gizlice konuştu; (onunla) başkalarının duyamayacağı bir biçimde konuştu; sır verdi; yol gösterdi.
وَحْىٌ : Vahiy; esin; ilham; telkin; fısıldama.
اَوْحَى اللّٰهُ اِلَيْهِ : Allah c.c. ona vahyetti.
اَوْحَى الْعَمَلَ : O şeyi hızlıca yaptı.
اَوْحَى الدَّوَاءُ الْمَوْتَ : İlaçlar ölümünü hızlandırdı.
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
| Tür | Adet | Anlam | Örnek | Açıklama | |
| أَوْحَى | fiil-IV | 72 | İşaret etti, sır verdi, gizlice öğütledi | 14/13 | Meçhul: أُوحِيَ Meçhul Muzari: يُوحَى |
| وَحْىٌ | isim | 6 | İlham, vahiy | 21/45 | |
| Toplam | 78 |
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
| Vahy (Vahiy) | وَحْى | Bir buyruk veya düşüncenin Allah (cc) tarafından peygamberlere bildirilmesi. |
| Îhâ’ | إِيحَاء | Sevketme, gönderme. |
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
أَوْحَى : Fiil-IV. Meçhul: أُوحِيَ Meçhul Muzari: يُوحَى
| 3:44 | ذَٰلِكَ مِنْ أَنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيْكَ |
| Diyanet Meali: | (Ey Muhammed!) Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. |
| 4:163 | إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ |
| Diyanet Meali: | Biz, … sana da vahyettik. |
| 4:163 | كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَىٰ نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِنْ بَعْدِهِ |
| Diyanet Meali: | Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi… |
| 4:163 | وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطِ |
| Diyanet Meali: | İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına … da vahyetmiştik. |
| 5:111 | وَإِذْ أَوْحَيْتُ إِلَى الْحَوَارِيِّينَ أَنْ آمِنُوا بِي وَبِرَسُولِي |
| Diyanet Meali: | Hani bir de, “Bana ve Peygamberime iman edin” diye havarilere ilham etmiştim. |
| 6:19 | وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَٰذَا الْقُرْآنُ لِأُنْذِرَكُمْ بِهِ وَمَنْ بَلَغَ |
| Diyanet Meali: | İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu. |
| 6:50 | إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ |
| Diyanet Meali: | Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu?” |
| 6:93 | وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ |
| Diyanet Meali: | Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyenden daha zalim kimdir? |
| 6:93 | وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَأُنْزِلُ مِثْلَ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ |
| Diyanet Meali: | Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden kimseden daha zalim kimdir? |
| 6:106 | اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ |
| Diyanet Meali: | (Ey Muhammed!) Sen, Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. |
| 6:112 | يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا |
| Diyanet Meali: | (İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık.) Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. |
| 6:121 | وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَىٰ أَوْلِيَائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ |
| Diyanet Meali: | Bir de şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka fısıldarlar. |
| 6:145 | قُلْ لَا أَجِدُ فِي مَا أُوحِيَ إِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلَىٰ طَاعِمٍ يَطْعَمُهُ إِلَّا أَنْ يَكُونَ مَيْتَةً أَوْ دَمًا مَسْفُوحًا أَوْ لَحْمَ خِنْزِيرٍ |
| Diyanet Meali: | De ki: “Bana vahyolunan Kur’an’da bir kimsenin yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, domuz eti, …nden başka, haram kılınmış bir şey bulamıyorum.” |
| 7:117 | وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَلْقِ عَصَاكَ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ |
| Diyanet Meali: | Biz de Mûsâ’ya, “Elindeki değneğini at” diye vahyettik. Bir de ne görsünler o, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. * |
| 7:160 | وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ إِذِ اسْتَسْقَاهُ قَوْمُهُ أَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ |
| Diyanet Meali: | (Tîh sahrasında susuzluktan sıkılan) kavmi Mûsâ’dan su istediğinde biz ona, “Asânı taşa vur” diye vahyettik. |
| 7:203 | قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ مِنْ رَبِّي |
| Diyanet Meali: | De ki: “Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene uymaktayım. |
| 8:12 | إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلَائِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ |
| Diyanet Meali: | Hani Rabbin meleklere, “Ben sizinle beraberim…” diye vahyediyordu. |
| 10:2 | أَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَبًا أَنْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ رَجُلٍ مِنْهُمْ أَنْ أَنْذِرِ النَّاسَ |
| Diyanet Meali: | İçlerinden bir adama insanları uyar … diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu… |
| 10:15 | إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ |
| Diyanet Meali: | “Ben ancak bana vahyolunana uyarım.” |
| 10:87 | وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ وَأَخِيهِ أَنْ تَبَوَّآ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا |
| Diyanet Meali: | Mûsâ’ya ve kardeşine, “Kavminiz için Mısır’da (sığınak olarak) evler hazırlayın…” diye vahyettik. |
| 10:109 | وَاتَّبِعْ مَا يُوحَىٰ إِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتَّىٰ يَحْكُمَ اللَّهُ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ |
| Diyanet Meali: | (Ey Muhammed!) Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. * |
| 11:12 | فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحَىٰ إِلَيْكَ وَضَائِقٌ بِهِ صَدْرُكَ |
| Diyanet Meali: | (Ey Muhammed!) Belki de sen, (müşriklerin “Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir melek gelseydi ya!” demelerinden dolayı) sana vahyolunanlardan bir kısmını göz ardı edeceksin ve o yüzden göğsün daralacak. |
| 11:36 | وَأُوحِيَ إِلَىٰ نُوحٍ أَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ إِلَّا مَنْ قَدْ آمَنَ |
| Diyanet Meali: | Nûh’a vahyolundu ki: “Kavminden daha önce iman etmiş olanlardan başka, artık hiç kimse iman etmeyecek…” |
| 11:49 | تِلْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهَا إِلَيْكَ |
| Diyanet Meali: | İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. |
| 12:3 | نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَٰذَا الْقُرْآنَ |
| Diyanet Meali: | Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. |
| 12:15 | وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِأَمْرِهِمْ هَٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ |
| Diyanet Meali: | (Yûsuf’u götürüp kuyunun dibine bırakmaya karar verdikleri zaman) biz de ona, “Andolsun, (senin Yûsuf olduğunun) farkında değillerken onların bu işlerini sen kendilerine haber vereceksin” diye vahyettik. |
| 12:102 | ذَٰلِكَ مِنْ أَنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيْكَ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ |
| Diyanet Meali: | İşte bu (kıssa), gayb haberlerindendir. Onu sana biz vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa … sen onların yanında değildin. |
| 12:109 | وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ إِلَّا رِجَالًا نُوحِي إِلَيْهِمْ مِنْ أَهْلِ الْقُرَىٰ |
| Diyanet Meali: | Biz senden önce de, memleketler halkından ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. |
| 13:30 | أَرْسَلْنَاكَ فِي أُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَا أُمَمٌ لِتَتْلُوَ عَلَيْهِمُ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمَٰنِ |
| Diyanet Meali: | (Ey Muhammed! Böylece) seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin geçmiş olduğu bir ümmete gönderdik ki, onlar Rahmân’ı inkâr ederken sana vahyettiğimizi kendilerine okuyasın. |
| 14:13 | فَأَوْحَىٰ إِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ |
| Diyanet Meali: | Rableri de onlara şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz.” |
| 16:43 | وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ إِلَّا رِجَالًا نُوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ |
| Diyanet Meali: | Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. (Eğer bilmiyorsanız) ilim sahiplerine sorun. |
| 16:68 | وَأَوْحَىٰ رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا |
| Diyanet Meali: | Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan … kendine evler edin.” |
| 16:123 | ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا |
| Diyanet Meali: | Sonra da sana, “Hakka yönelen İbrahim’in dinine uy.” diye vahyettik. |
| 17:39 | ذَٰلِكَ مِمَّا أَوْحَىٰ إِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِ |
| Diyanet Meali: | Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir. |
| 17:73 | وَإِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُ |
| Diyanet Meali: | Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. |
| 17:86 | وَلَئِنْ شِئْنَا لَنَذْهَبَنَّ بِالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ |
| Diyanet Meali: | Andolsun, dileseydik biz sana vahyettiğimizi tamamen ortadan kaldırırdık… |
| 18:27 | وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَ |
| Diyanet Meali: | Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. |
| 18:110 | قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ |
| Diyanet Meali: | De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâh’ınız ancak bir tek ilâhtır’ diye vahyolunuyor.” |
| 19:11 | فَأَوْحَىٰ إِلَيْهِمْ أَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيًّا |
| Diyanet Meali: | (Derken Zekeriya ibadet yerinden halkının karşısına çıktı). Ve onlara “Sabah akşam Allah’ı tespih edin” diye işaret etti. |
| 20:13 | وَأَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَىٰ |
| Diyanet Meali: | “Ben seni (peygamber olarak) seçtim. Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle.” * |
| 20:38 | إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ أُمِّكَ مَا يُوحَىٰ |
| Diyanet Meali: | “Hani annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik:” * |
| 20:38 | إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ أُمِّكَ مَا يُوحَىٰ |
| Diyanet Meali: | “Hani annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik:” * |
| 20:48 | إِنَّا قَدْ أُوحِيَ إِلَيْنَا أَنَّ الْعَذَابَ عَلَىٰ مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰ |
| Diyanet Meali: | “Şüphesiz bize, azabın yalanlayan ve yüz çevirenlere olacağı vahyolundu.” * |
| 20:77 | وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي |
| Diyanet Meali: | (Firavun’un imana yanaşmaması üzerine) Mûsâ’ya, “Kullarımı (İsrailoğullarını) geceleyin (Mısır’dan) yürütüp çıkar…” diye vahyettik. |
| 21:7 | وَمَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ إِلَّا رِجَالًا نُوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ |
| Diyanet Meali: | Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik. (Eğer bilmiyorsanız) ilim sahiplerine sorun. |
| 21:25 | وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ |
| Diyanet Meali: | Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, “Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin” diye vahyetmişizdir. * |
| 21:73 | وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ |
| Diyanet Meali: | Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, (namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi) vahyettik. |
| 21:108 | قُلْ إِنَّمَا يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ فَهَلْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ |
| Diyanet Meali: | Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi. * |
| 23:27 | فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا |
| Diyanet Meali: | Bunun üzerine Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye vahyettik. |
| 26:52 | وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ |
| Diyanet Meali: | Biz Mûsâ’ya, “Kullarımı geceleyin yola çıkar, muhakkak ki takip edileceksiniz” diye vahyettik. * |
| 26:63 | فَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَ |
| Diyanet Meali: | Bunun üzerine Mûsâ’ya, “Asan ile denize vur” diye vahyettik. |
| 28:7 | وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ أُمِّ مُوسَىٰ أَنْ أَرْضِعِيهِ |
| Diyanet Meali: | Mûsâ’nın annesine, “Onu emzir…” diye ilham ettik. |
| 29:45 | اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ |
| Diyanet Meali: | (Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. |
| 33:2 | وَاتَّبِعْ مَا يُوحَىٰ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا |
| Diyanet Meali: | Rabbinden sana vahyolunana uy. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. * |
| 34:50 | وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي |
| Diyanet Meali: | (De ki: “Ben eğer sapmışsam, ancak kendi aleyhime sapmış olurum.) Eğer hidayete ermişsem, bu da Rabbimin bana vahyettiği sayesindedir.” |
| 35:31 | وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ |
| Diyanet Meali: | (Ey Muhammed!) Sana vahyettiğimiz kitap (Kur’an), kendinden öncekini tasdik eden hak kitaptır. |
| 38:70 | إِنْ يُوحَىٰ إِلَيَّ إِلَّا أَنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ |
| Diyanet Meali: | “Bana ancak, benim sadece bir uyarıcı olduğum vahyediliyor.” * |
| 39:65 | وَلَقَدْ أُوحِيَ إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ |
| Diyanet Meali: | Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi… |
| 41:6 | قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ |
| Diyanet Meali: | De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor.” |
| 41:12 | فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ وَأَوْحَىٰ فِي كُلِّ سَمَاءٍ أَمْرَهَا |
| Diyanet Meali: | Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. |
| 42:3 | كَذَٰلِكَ يُوحِي إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ |
| Diyanet Meali: | (Ey Muhammed!) Mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder. * |
| 42:7 | وَكَذَٰلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِتُنْذِرَ أُمَّ الْقُرَىٰ وَمَنْ حَوْلَهَا |
| Diyanet Meali: | Böylece biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarasın. |
| 42:13 | شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدِّينِ مَا وَصَّىٰ بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ |
| Diyanet Meali: | (“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye) Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, (İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini) size de din kıldı. |
| 42:51 | أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ |
| Diyanet Meali: | Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir. |
| 42:52 | وَكَذَٰلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا |
| Diyanet Meali: | İşte sana da, emrimizle, bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. |
| 43:43 | فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذِي أُوحِيَ إِلَيْكَ إِنَّكَ عَلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ |
| Diyanet Meali: | Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin. * |
| 46:9 | إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ وَمَا أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُبِينٌ |
| Diyanet Meali: | “Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” |
| 53:4 | إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَىٰ |
| Diyanet Meali: | (Size okuduğu) Kur’an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. * |
| 53:10 | فَأَوْحَىٰ إِلَىٰ عَبْدِهِ |
| Diyanet Meali: | Böylece Allah kuluna (vahyedeceğini) vahyetti. |
| 53:10 | مَا أَوْحَىٰ |
| Diyanet Meali: | (Böylece Allah kuluna) vahyedeceğini (vahyetti). |
| 72:1 | قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُوا إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا |
| Diyanet Meali: | (Ey Muhammed!) De ki: “Bana cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: “Şüphesiz biz hayranlık verici bir Kur’an dinledik…” |
| 99:5 | بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَىٰ لَهَا |
| Diyanet Meali: | Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir. * |
وَحْىٌ : İsim.
| 11:37 | وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا |
| Diyanet Meali: | “Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme.” |
| 20:114 | وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يُقْضَىٰ إِلَيْكَ وَحْيُهُ |
| Diyanet Meali: | Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. |
| 21:45 | قُلْ إِنَّمَا أُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ إِذَا مَا يُنْذَرُونَ |
| Diyanet Meali: | De ki: “Ben sizi ancak vahy ile uyarıyorum.” Ama sağırlar uyarıldıkları vakit çağrıyı işitmezler. * |
| 23:27 | فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا |
| Diyanet Meali: | Bunun üzerine Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye vahyettik. |
| 42:51 | وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَنْ يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ |
| Diyanet Meali: | Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur. |
| 53:4 | إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَىٰ |
| Diyanet Meali: | (Size okuduğu) Kur’an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. * |